Paylaş
Daha cümlesini bitirmeden içimdeki maymun hareketlendi.
Sırtımda yakası kürklü bir palto.
Başımda kalpak.
Aksesuvar tamam, kıyafetimi seçmişim, iş şahsiyet seçimine kalmış.
Doktor Jivago muyum, yoksa Komorovski mi?
Yıllar önce, yani o devrimci yıllarda, kendime daha çok kızıl şimendiferin üzerindeki Strelnikov’u yakıştırırdım.
Bunca yıldan, bunca kavga, dövüş, dayaktan; bunca yara bereden sonra acaba Komorovski daha mı münasip düşer?
Kendimi o trende görüyorum.
Elimde votka, kulağımda iPod.
Anna Ahmatova okuyorum.
İçim kıpır kıpır anasını satayım.
Ne Ergenekon kalmış, ne o, ne şu, ne de bu.
Oturduğum yerden kalkmışım, her şeyi bırakmışım, geriye ne kalmışsa o.
Bir bakmışım ki, bana ait hiçbir şey bana ihanet etmemiş, başkasına ait hiçbir şey beni şaşırtmamış.
Her şey yerli yerinde.
İçimden bir ses, durmadan aynı nakaratı tekrarlıyor:
“Yola çıktım, yoldan çıktım...”
* * *
Olmadı.
Ayarlayamadım.
İçimdeki adam yıllardır otura otura hantallaşmış.
Cüsse bir türlü yola çıkamıyor.
Biraz hayat egzersizi lazım, biraz jogging, biraz kardiyo.
Kalıbı hazırlamak, ruhu aktive etmek lazım.
“Bir dahaki sefere” diyorum.
Bir dahaki sefer “Rout 66”.
Haydii, maymun bu defa o yana dönüyor.
Aynaya bakıyorum, karşımda Timothy Lear, Allen Ginsberg...
Yan tarafta, Hunter Thompson oturuyor, onun yanında Ralph Steadman.
Kadroya Kanat Atkaya’yı da almak lazım diyorum.
Hiç gitmemiş olsa da mutlaka ıcığını cıcığını biliyordur, bu tembel tayfaya da anlatır.
“Bir dahaki sefere” diyorum; ihtiyatı da elden bırakmıyorum:
“İnşallah...”
Henüz benim ipimle kuyuya inilmez.
Diyorum ya, ne kalıp hazır, ne de içindeki o şey...
Yani bu yolculuk beni tutar.
Çaresi var mı?
Var.
Bakın ne diyor Spike Milligan:
“Deniz tutmasının en iyi ilacı, bir ağacın altında oturmaktır.” (*)
* * *
Hafızam çok kısa, basbayağı unutkanım.
Bir yerde mi okudum, kendim mi uydurdum bilmiyorum, ama o söz beni mahvediyor:
“Yola çıktım, yoldan çıktım.”
Allah kahretsin, hâlâ gömleğimin yakasını açamamış; kravatımı gevşetememişim.
Ruhum desen hâlâ tetikte.
Allah’ın belası bir şey ümüğümü sıkıyor.
Bir türlü yola çıkamıyorum.
Yola çıkamayınca da yoldan çıkamıyorum.
Oysa her ikisini de istiyorum.
* * *
Bende o yürek yoksa ne yapacağım?
Onun da ilacı da var.
Doktorum Jean Anthelme Brillat-Savarin:
“Burgonya şarabı insana saçma şeyleri düşündürür. Bordo şarabı onlar hakkında konuşturur. Şampanya ise onları yaptırır” diyor.
Öyleyse.
Bir kadeh Burgonya, bir kadeh Bordo...
Ve tabii ki, şampanya...
Yolculuk şimdi Trans-Ertuğrul.
Yani, kendi arzımın merkezine seyahat...
(*) John Lloyd-John Mitchinson: “Afili Lügat”, Çev. Duygu Akın, Domingo Yay., Aralık 2009
Paylaş