TEL Aviv'den Yafa'ya giden yol, Ortadoğu'nun İsrail görüntüsü ile Arap peyzajının da sınırıdır. Geçen cuma sabahı Yafa'ya doğru giderken, Tel Aviv'in çıkışındaki bir bina dikkatimi çekiyor.
İki yol arasında köşe yapan bina ayakta ama içi boşaltılmış gibi.
Metruk bir görünümü var.
Giriş katındaki afişlerden eskiden burada bir turizm şirketinin bulunduğunu anlıyorsunuz.
Belli ki bina restorasyondan geçirilecek.
Binanın mimarisi tanıdık.
Daha önce İskenderiye'de gördüğüm bazı binalara benziyor.
* * *
Rehberim Eli, ‘‘Osmanlı'dan kalan bir bina’’ diyor ve bilgi veriyor.
Bu binaların en çarpıcı özelliği, yan yana duran üç pencereleriymiş.
Hakikaten daha sonra Yafa'da buna benzeyen çok sayıda bina gördüm. Bazılarında bu üç pencere bir balkona açılıyor ve ortadaki pencere aynı zamanda kapı olarak kullanılıyor.
Osmanlı'nın bu bölgedeki mimarisi buymuş.
Eli binayı anlattıktan sonra, ‘‘Ama bizim açımızdan Tel Aviv'i simgeleyen bina bu değil, onun tam karşısındaki öteki binadır’’ diyor.
Gösterdiği binaya bakıyorum.
Tanıdık bir çizgi.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında Almanya'da doğup gelişen ‘‘Bauhaus’’ mimarisinde inşa edilmiş.
Alman mimar Walter Gropius'un geliştirdiği bu mimari tarzın Tel Aviv'de işi ne diye düşünebilirsiniz?
İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya'dan kaçan mimarlar bu tarzı Tel Aviv'e de getirmişler.
Tel Aviv'de bunun birçok örneği varmış.
* * *
İsrail'e son defa bundan 10 yıl önce gelmiştim.
İlk bakışta Tel Aviv'i oldukça gelişmiş buldum. Şehrin silueti bayağı değişmiş.
Bizim Maslak'takine benzer bir gökdelen silueti şehre yeni ve modern bir görünüm vermiş.
Ancak insanlarla konuştukça eskisine göre gelişme değil, tam aksine gerileme olduğunu seziyorsunuz.
Terör insanları yormuş.
İkinci intifadadan sonra fert başına düşen gelir 20 bin dolardan 16 bin dolara inmiş.
Bu da insanlarda bıkkınlık yaratmış.
Ama burada konuştuğum gazeteciler, aynı yorgunluğun Filistin ve Arap tarafında da gözlendiğini söylüyorlar.
Kudüs'te yaşayan bir Türk anlattı.
Bir taksi şoförü ile anlaşmış. Bir yere gideceği zaman hep onu çağırıyormuş.
Taksinin şoförü İsrailli bir Arap'mış. Eskiden turist rehberliği yapıyormuş.
Rehberlikten yılda 150 bin dolar kazanıyormuş.
İkinci intifadadan sonra terör nedeniyle turist akımı durunca, işsiz kalmış. Şimdi taksi şoförlüğü yapıyormuş.
Kazanabildiği para ayda 1500 dolarmış.
Konuştuğum Türk, ‘‘Bir gün buraya barış gelirse, işte bu iki taraftaki bıkkınlık ve yorgunluk sayesinde gelecek’’ diyor.
* * *
Yafa'nın merkez meydanı hálá Osmanlı'dan kaldığı gibi duruyor.
Sol tarafta restore edilmeyi bekleyen bir han var. Sağ tarafta eskiden hapishane olarak kullanılan, bugün ise polis merkezi olan bir bina görüyorsunuz.
Onun hemen yanındaki bir kapıdan caminin avlusuna giriliyor.
Geçerken içeri bakıyorum, bütün avlu insanla dolu.
İsrailli rehber, ‘‘Bugün ramazanın son cuması’’ diyor.
Biz Yafa turunu bitirirken cuma namazı bitiyor ve cami boşalıyor.
Trafik bir anda felç oluyor.
Dikkat ediyorum, bazı Araplar yürüyerek ayrılırken bazıları da yolun kenarına park etmiş son model ciplerine biniyorlar.
* * *
Ortadoğu'nun bu kozmopolit coğrafyası bana çok çekici geliyor. Bir gün bu topraklara barış gelirse, inanın çok renkli ve canlı toplumlar ortaya çıkacak.
İşte böyle anlarda aklıma hep Fransız düşünürü Edgar Morin'in o sözleri geliyor:
‘‘Gerçek medeniyetler, kozmopolit toplumlardan çıkar. Avrupa gerçek bir medeniyet olabilmek için henüz yeterince kozmopolit değildir.’’
Avrupa değildir de acaba biz öyle miyiz?
İtiraf edeyim, her defasında bu soruyu sormadan da duramıyorum.