Paylaş
Şermin radyoterapiden yeni çıktı..
Hepimiz oradayız...
Şermin’in arkadaşları...
Çoğu kırklı yaşlarına gelmiş güzel kadınlar...
Bizim mahallenin küçük bir aile fotoğrafı duruyor karşımda.
1980’lerden bu yana gelen müzikler bize hayatımızın son 30 yılının bir Çağan Irmak hikâyesini anlatıyor.
Bizim mahalleyi ve kadınlarını düşünüyorum.
* * *
Bizim mahallelerde...
Önce bir düş kırıklığı yaşandı...
Sonra korkular depreşti...
Sonra yaşadıkları topluma küsme emareleri belirdi...
* * *
Şimdi görüyorum ki, o insanlar seçim şokunu atlatmaya başlamışlar...
Herkes yeni bir imanla ve tutkuyla hayata asılıyor.
Kendi bildikleri hayatı yeniden yaratıyorlar.
Çünkü seçim sonuçlarına bakmayı öğrendiler.
Ortada bi hezimet falan olmadığını gördüler.
Bu ülkenin onların da anavatanı olduğunu hissetmeye başladılar.
* * *
Bizim mahalleler şu gerçeği gördüler....
Türkiye artık tek bir millet değil.
Bir milletler konfederasyonu.
Kendilerine empoze edilmeye çalışılan muhafazakâr hayatın, bu ülkenin milli kıyafeti olmadığını, tek tip hapishane üniforması olmadığını anladılar.
Kimsenin gücünün, onları denize dökmeye yetmeyeceğini öğrendiler.
Korkularını atıyorlar.
* * *
Bir müneccim edasıyla konuşuyorum.
Bu yaz farklı geçecek...
Plajlar daha cıvıltılı olacak.
İnsanlar kendi mahallerinde inadına yaşamaya başlayacak.
Kadehler daha büyük bir özgüvenle kalkacak.
Ben iyimserim.
Yeni bir Türkiye doğuyor.
Tek millet olmaktan, bir hayat tarzları konfederasyonuna doğru gidiyoruz.
Bu bayrak altında herkesin kendi özerk hayat federasyonu kurulacak. Kimse kimseye biat etmeyecek...
Kadıköy vapurlarından inen kadınlar artık kendilerini ezik hissetmeyecekler...
Geçti o korku günleri...
* * *
Bir tek hayatımız var...
Ve o bildiğimiz hayatı yaşayacağız...
‘Büyük Budapeşte Oteli’nin belboy’luktan gelip de onun üzerine muazzam snop karakter monte etmeyi başaran ve o karakterin arkasına aynı muazzamlıkta bir insanlık ve cesaret koyan konsiyarjı Mösyö Gustave, Nazizm’in şafağında ne diyordu?..
“Bu faşistlere rağmen umut var...”
* * *
Ben de diyorum ki, bize kendi dünyalarını empoze etmeye çalışanlara rağmen umut var.
Ve o umudu, bildiğimiz hayatımızı yaşayarak yaşatacağız...
Çünkü hayatta en iyi bildiğimiz, bizden önceki Cumhuriyet nesillerinin bize en iyi öğrettiği şey bu...
Bu hayat bilgisi dersinden hepimiz yıldızlı pekiyi ile mezun olacağız...
Güvenin bana...
Yeni bir Türkiye doğuyor...
Zihni bir konfederasyonda özerk hayatların yaşandığı güzel bir Türkiye olacak bu...
Hiç korkmayın ve bildiğiniz gibi yaşayın...
Beş-on puan farklı seçim sonuçları, bu harikulade hayatı hezimete uğratamaz...
Asla uğratamaz... Uğratamayacak...
Başkomiser bile 20 korumayla geziyorsa
BİRGÜN gazetesi geçen pazar günü harika bir başlık atmış:
“Sad but true...”
“Acıklı ama gerçek” anlamına geliyor.
Metallica grubunun harika şarkısından esinlenerek atılan başlığın altındaki ifade de şu:
“Metallica konseri olur ama mezuniyet töreni olmaz...”
İstanbul Teknik Üniversitesi Stadyumu’nda 13 Temmuz’da Metallica konseri var.
Bu konsere izin veren üniversite yönetimi, aynı yerde 2013-14 mezuniyet töreninin yapılmasına izin vermemiş.
Gerekçe şuymuş:
“Kapasite yetersiz...”
Bunun büyük bir palavra olduğunu herkes biliyor.
Gerçek gerekçe, mezuniyet töreninde geçen yıl yaşanan Gezi sahnelerinin tekrarlanması...
Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden biri, öğrencisinin mezuniyet töreninden korkuyor.
* * *
Bir başka haber...
Türkiye’nin İçişleri Bakanı kendi emrindeki Polis Balosu’na 20 koruma ile gidiyor.
Absürd değil mi...
Kimse sormuyor, “Arkadaş, bu 20 koruma, kimi kimden koruyor...”
Polisi öylesine darmadağın etmiş ki, kendi emrindeki polisten korkuyor.
* * *
Bir AKP milletvekili çıkıyor, açık açık “Başbakan korkuyor” diyor.
Evinde rahat konuşamıyormuş..
Evinde rahat olamayan insanın işinde rahat olması mümkün mü?
Başbakan da korkuyor...
Sadece telefonlarının dinlenmesinden değil, hayatından da korkuyor.
Gittiği yerlerde alınan önlemlere bakın...
Bugüne kadar askeri darbe yönetimleri dahil, hiçbir başbakan veya cumhurbaşkanı, paranoyaklığa varan önlemlerle korunmadı...
* * *
Önce iktidar korkutmaya başladı.
Kendi elleriyle ve ortaklıklarıyla tam bir korku cumhuriyeti yaratıldı.
Şimdi iktidarın kendisi de korkmaya başladı...
Sosyolojide “Korku spirali” denen labirent budur.
Ama siz gerçek bir demokraside insanların ve siyasetçilerin korktuğunu işittiniz mi?
Öyleyse teşhisi koyalım.
Korkudan kurtulmanın tek yolu, gerçek bir demokrasiye geçmektir.
Hadi öyleyse, ne duruyoruz...
Peki biz o manşetlerin hesabını kimden soracağız
SON 2 yıl içinde 3 darbeden söz edildi.
7 Şubat darbesi...
Arkasından 17 Aralık darbesi...
Arkasından şimdi tarihini unuttuğum üçüncü darbe girişimi...
Kimmiş bu darbe girişimlerini yapan?
“Paralel yapı...”
Bana sorarsanız son yıllarda gerçek anlamda bir tek darbe vardır ve o da 12 Eylül darbesidir.
Yani referandumla, adalet sistemini çökerten gerçek darbe...
Nitekim onun altında hepimiz kaldık...
En başta da iktidar...
Gelelim asıl meseleye...
Son yıllarda postmodern darbelerle ilgili yeni bir içtihat geliştirildi.
Manşetler yargılanıyor...
Hürriyet’in attığı iki manşet hâlâ gündemden düşürülmüyor.
Onlar yaptığına göre benim de artık hesap sorma hakkım doğdu demektir.
Bütün o paralel darbeler yapılmadan önce, insanları mahkemelerde süründüren, kişilik haklarını ayaklar altına alan, polis fezlekeleri üzerinden hayatlar kaydıran, bavullarla getirilen düzmece belgelerle binlerce andıç yaratan, insanları cezaevlerinde ölümlere terk ettiren, intihar ettiren o manşetleri kimler attı?
Türkiye Büyük Millet Meclisi o manşetler için de bir komisyon kurmayı düşünmez mi acaba...
Küçük bir uyarı...
Sakın ağzınızı açmaya kalkmayın, yarından itibaren o manşetleri her gün Çin işkencesi gibi önünüze koyarım...
Ben hayatımın son 7 yılında 2 manşetle boğuşuyorum, siz o manşet sıradağlarının altında ezilir gidersiniz...
Paylaş