Paylaş
Neyle, kimle inatlaşma diye sormayın.
Hayatla, içimdeki enerji ile...
Adını koyamadığım veya koymaya korktuğum birileri ile...
İçimde bir isyan duygusu var..
Neyle, kimle?...
Hiç önemi yok...
İçimdeki o isyankâr, geçmiş yıllara, kendi arkeolojimin üç kat altındaki katmanlarına gitmiş...
Her sabah “Ben de varım” diye uyanıyor.
Bu ülkede “Ben de varım” diye haykırmak isteyen milyonlarca insanın oluşturduğu sessiz koroya katılmak istiyor.
İçimdeki isyankâr, birilerine dikleniyor...
Kimin nesidir, neyin nesidir ise onunla inatlaşıyor.
Yeni bir “kimsesizlerin kimsesi”ni arıyor.
Adil, hür...
Ülkenin her evladına kendi öz evladı muamelesi yapacak...
Türk’ünü, Kürt’ünü, Sünni’sini, Alevi’sini aynı şefkatle kucaklayacak...
Ülkenin bir tarafını sahiller, öteki tarafını öz vatan ilan etmeyecek...
Geçmişi ile kan davasını bitirecek, “dindar, kindar nesiller” hevesiyle geleceğini şimdiden küstürmeyecek...
Kendi meşrebini dar sayıp, başka herkesin meşrebini futbol sahaları kadar geniş saymayacak...
Parklardaki banklara, evlerdeki gençlere, Kadıköy’den gelen vapurlara bakıp ahlak falları açmayacak...
Yüzde 49 küsur oy aldı mı, kendini herkesin başbakanı hissedecek...
Komşunun evindeki kavgayla, kızıştırmak için değil, birbirlerini boğazlatmak için değil, barıştırmak için ilgilenecek...
Velhasıl...
Demokrasilerde sadece iktidarın değil, muhalefetin de “milli irade” dediğimiz ve bir türlü tarif edemediğimiz o “şey”in bir parçası olduğunu ta şurasında hissedebilecek...
Bir “kimsesizlerin kimsesi” arıyorum.
Öfkem, isyanım, inatlaşmam...
İşte bununladır.
‘Bağzı’ şeyleri artık inadına yapıyorum
-Geçen yıl yılbaşı ışıklarım biraz soluktu...
BU YIL SIRF İNADINA... Evimin yılbaşı ışıklarını bu yıl daha da büyük, daha da dallanıp budaklanan bir duyguyla yaktım.
Evimin bahçesinin kenarındaki çalıların üzerinden başlıyor. Ağaçları bir yılbaşı çamına çevirip, evimin üzerine doğru tırmanıyor.
Sırf beni bu Tinker Bell ışıkları karşılasın diye akşamları, gece yarıları evimden çıkıyorum, sonra yeni giriyormuşum gibi yapıyorum.
-Artık içkiyi az içiyorum. Dokunuyor.
AMA SIRF İNADINA... Akşamları saat 22.00’den sonra bir kadeh Pinot Noir içiyorum.
İyi geliyor, kendi kendime bir şeyleri ispat ediyormuşum gibi oluyor.
Diyorum ki:
“Elimden her şeyi alabilirler, ama hayat tarzımı asla...”
-Arkadaşlarımla eskisine göre daha az buluşuyorum.
AMA SIRF İNADINA... Bütün buluşmalarımda kadınlı-erkekli masalarda oturuyorum.
Kendi kendime bir şeyler ispatlıyorum. “Her şeyimi elimden alabilirler, ama ilişkilerime kimse mani olamaz...”
-Şehir Hatları Vapurları’na binmem...
AMA SIRF İNADINA... Gönlümde her gün Kadıköy vapurlarına biniyorum. Beşiktaş’ta iniyorum.
Sonra yine binip Kadıköy’e geçiyorum, sonra yine dönüp, tam orada, karşısında vapurdan iniyorum.
Kadınlı-erkekli iniyoruz...
Ama sırf inadına, gece 22.00’den sonra bir kadeh içiyorum.
-Kızım büyürken onun hep özgürce düşünmesini, itiraz etmeyi öğrenmesini istedim.
ŞİMDİ YİNE İNADINA... Torunlarıma kindar nesil olmamalarını öğretmeye çalışıyorum.
Onlara diyorum ki, “İnançlı bir insan olmak ille de biat etmeyi gerektirmez.”
Hayatım boyunca hiçbir zaman inatlaşmadım.
Hatalarımdan dönmeyi hep öğrenmeye çalıştım.
İlk defa inatlaşıyorum.
Sırf ayakta kalmak ve “Ben de varım” diyebilmek için...
Ferzan Özpetek’i aradım: ‘Biraz sonra konuşalım dedi
ÖNCEKİ gün çok tuhaf bir şey yaşadım...
Olay, Tansu’nun bana gönderdiği bir şarkı linki ile başladı.
Bir arkadaşı Tansu’ya, Neffa’nın “Passione” adlı şarkısının klibinin linkini atmış. Ona da bir arkadaşı yollamış.
Bu şarkıyı ilk defa Ferzan Özpetek’in “Saturno Contro” filminde seyretmiştim.
Olağanüstü bir şarkı... Ben de sabahtan dinlemeye başladım. O kadar iyi geldi ki...
Ferzan Özpetek bana, en sevdiği filminin bu olduğunu söylemişti.
Bana göre de öyle.
Film, bir arkadaşları hastanede ölüm döşeğinde olan bir grup insanın, bir evde her gün bir araya gelip yaşadıklarını anlatıyor.
O ev boyunca birçok hayat hikâyesi seyrediyorsunuz.
Sonra bir gün arkadaşları ölüyor ve evden çıkıp hep birlikte hastaneye, oradan da ölen arkadaşlarının kır evine gidiyorlar.
Kötü bir günümdü ve şarkı bana insan olduğuma kanıt her şeyi geri veriyordu.
Epey ağladım ve Ferzan Özpetek’i aradım.
Telefonu açmadı, bir mesaj attı:
“Biraz sonra konuşalım...”
Yarım saat sonra aradı ve şunu söyledi:
“Bir arkadaşımızı kaybettik. Onunla ilgileniyorduk...”
Aradığım sırada orada gerçek bir “Saturno Contro” finali yaşanıyormuş.
Artık inanıyorum...
Hayatta telepati diye bir şey var.
Ve hepimizin hayatı bir film...
“Passione” bugünlerde benim kendi hayat filmimin en olağanüstü fon müziği...
Dinleyin... Etrafımızı saran bu baskıcı ve gayriinsani iklimde, insani olan en hüzünlü duyguyu anlatıyor.
Hüzün, doğacak olan yeni güneşin sancısıdır...
Siz de bu doğum sancısını çekin...
Bu ülkede güzel ve yeni bir insan doğacak...
Yazar arkadaşlardan küçük bir ricam var
NEHRİN kenarından, son günlerde olup bitene bakıyorum. Televizyonlarda konuşulanlara, bu dönemin yazarlarına bakıyorum.
Gözaltı operasyonlarına bakıyorum.
Aklıma, bu dönemin insanlarının o dönemde çok sevdiği o iğrenç cümle geliyor:
“Türkiye bağırsaklarını temizliyor...”
Yazar arkadaşlar rica ediyorum...
Ne olur o iğrenç kelimeyi kullanıp yılbaşı keyfimizin içine etmeyin.
Hiç olmazsa “Türkiye detoks yapıyor” veya “Sindirim sistemini temizliyor” deyin.
Daha estetik oluyor...
Paylaş