Paylaş
Bana göre bu bir gerekçe metni değil, “savunma” metni.
Sanki sanıklarla yargıçlar yer değiştirmiş gibi bir his verdi bana.
Daha açıkça yazayım, sanıklar yargıca, yargıçlar sanığa dönüşmüş ruhu hâkim gerekçeye.
Buradan çıkarak ikinci bir sonuca vardım:
Yargıçlar, verdikleri karardan o kadar pişmanlar ki, adeta Yargıtay’a, “Bunu bozun ve bizi de vicdani bir yükten kurtarın” mektubu yazmışlar.
Neden böyle bir şey söylüyorum?
Hazırlanan metinde öylesine ağır hukuki hatalar var ki, insan bunu düşünüyor.
* * *
1- CD’lerle ilgili yorum.
Yargı heyeti, kararının neredeyse tamamını savcının sunduğu CD’ler üzerine kurmuş.
Bu CD’lerin doğruluğunu öylesine bir önyargı ile kabulleniyor ki, bunun uğruna hukukun en önemli kurumlarından biri olan ‘bilirkişiliği’ bile inkâr ediyor.
Oysa bu CD’lere sonradan eklemeler yapıldığı iddiası, hem teknik hem de yargı çevrelerince yaygın bir kabul gördü. Balyoz davasının bazı güçlü savunucuları bile, burada bir şeyler olduğunu kabul ettiler.
Bizzat Savunma Bakanı, bir soruya verdiği cevapta, “Söz konusu edilen yazılım sisteminin 2007 yılından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nce kullanılmaya başlandığını” açıkça ifade etti.
2003’te yapılan bir darbe planını, 2007’de uygulanmaya başlanan bir sistemle nasıl yazılabileceği sorusuna verdikleri yanıt da şu:
“Bir Word dosyası 2007 yazılı olan bir bilgisayarda açıldığı takdirde, 2003’te yazılan belge 2007’de yazılmış gibi çıkabilir...”
Bu iddiayı en azından bilgi işlem teknolojilerinin uzmanları zerre kadar ciddiye almaz.
Kısaca mahkeme heyeti kararın en güçlü gerekçesini, en kolayca çürütülebilecek bir tez üzerine kurmuş.
* * *
2- Davadaki belgelerin Genelkurmay’da asıllarının bulunduğu tezi
Gerekçede, söz konusu belgelerin hangileri olduğu belirtilmiyor. Bahsettikleri şeyler seminerde kullanılan senaryolara ait metinlerse, zaten bunu inkâr eden yok.
Ama CD’lerde sonradan üretildiği iddia edilen belgelerin asıllarıysa, Genelkurmay dün, “Dava konusu tüm delillerin asıllarının bulunduğu ve Genelkurmay Başkanlığı’nca mahkemeye gönderildiği iddiaları asılsızdır” açıklamasını yaptı.
Zaten avukatlar da böyle bir şeyin söz konusu olmadığını söylüyor.
* * *
3- Darbenin Çetin’in kalp ameliyatı yüzünden ertelendiği tezine gelince...
Yargıçlar, savcıların bile itibar etmediği böyle bir teze itibar edecek hale gelmişse, gerisini siz düşünün. O nedenle benim de iddiam şudur:
Bu gerekçe, Yargıtay’ın kararları bozması amacıyla yazılmıştır.
Abdullah Öcalan kimle görüşüyor
SON günlerde cevap veremediğim bazı şeyler var:
KİM KİMLE GÖRÜŞÜYOR?
Başbakan Erdoğan; çok açık bir ifadeyle, “İmralı ile biz değil devlet görüşüyor” diyor.
Cümle açık ve net değil mi?
Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise önceki gün büyükelçilere şunu söylüyordu: “Devlet hükümettir, hükümet de devlet...”
E, bu durumda Abdullah Öcalan’la görüşen kim oluyor Allah aşkına?...
* * *
BİZE NİYE MESAJ YOK
Eski Başbakan Tansu Çiller, Darbeler Komisyonu’nda CHP’li üye kendisine ‘Çiller Özel Örgütü’nü sorunca, Komisyon Başkanı Nimet Baş bir kâğıt göndererek, “Cevap vermeyin, bunlar mesnetsiz iddialar” demiş.
Nimet Baş, “Ben böyle bir mesaj göndermedim. Sadece isterse cevap vermeme hakkının bulunduğunu hatırlattım” demiş.
Peki bu cevapla mesele kapandı mı?
Komisyonda dinlenen birçok insana gerçek manada deli saçması iddialar da soruldu.
Acaba bunlardan hangisine böyle özel bir hatırlatma notu gönderildi?
Hepsine sadece oturumun başında sözlü olarak söylendi.
Öcalan mektupta Türk kamuoyuna ne diyecek
ŞU anda yürütülen müzakerelerin ne olduğunu, dün Radikal gazetesinde Eyüp Can’dan okudum.
Sadece bilgileri değil, aynı zamanda bu sürece hâkim olan ‘psikoloji’yi de anladım.
BİR: “Barış dili” diyoruz ama, anlaşılan bu talep görüşen iki taraf için geçerli değil.
Yani, “Taraflar kendi tribünlerine istediği gibi oynayacak; ama söylenenler dikkate alınmayacak”.
Örnek; Başbakan Erdoğan, “Öcalan asla eve çıkmayacak” diyor; PKK tarafı ise “Ev hapsine çıkmasını” şart olarak koşmaya devam edecek.
İKİ: Müzakere, ortak bir dil değil, herkesin kendine uygun dili kullanılarak sürdürülecek.
Örnek; “genel af” veya “af” denmeyecek. Bunu ne Türk kamuoyu, ne de dağdaki PKK’lı kabul etmeyeceği için başka nitelemeler bulunacak.
ÜÇ: En önemli gelişme ise şu, “Öcalan’la varılan mutabakatta, ‘demokratik özerklik’ kavramı yok.
Dolayısıyla, “öz savunma gücü”, “mahalle komiteleri” ve “toprak üzerinden herhangi bir özerklik ve sınır çizme talebi” de yok...
DÖRT: Eyüp Can’ın yazısında çok önemli bir nokta daha var.
“Nötr bir vatandaşlık tanımı” yapılacak.
Yani anayasada “Türk” kelimesi yer almayacak, ama “Kürt” kelimesi de olmayacak.
Bunun yerine, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” kavramı yer alacak.
BEŞ: Yine çok önemli bir nokta.
Görüşmenin bir noktasında Abdullah Öcalan 4 mektup verecek.
Biri BDP’ye, ikisi Kandil ve Avrupa’daki örgüte iletilecek.
Dördüncü mektup ise “Türkiye kamuoyuna” olacak.
Bu da gösteriyor ki, Öcalan Türklerin hassasiyetini dikkate alıyor ve güven verici adımları atmayı planlıyor.
Umarım, günlerdir bana demedik laf bırakmayan bazı yazarlar da o mektubu dikkatle okurlar...
Paylaş