Paylaş
Bu güzel pazar günü dudak uçurtacak bir konuya gireceğiz.
Şu konuşma, televizyon için bilim adamları ile sohbetler yapan bir gazeteci ile Tufts Üniversitesi’nin en parlak bilim adamlarından biri olan Daniel Dennett arasında geçiyor.
Daniel Dennett’in kim olduğunu anlamanıza yardımcı olmak için, başında bulunduğu ekipte yer alan üç bilim insanının isimlerini vereyim.
Richard Dawkins, Francis Crick ve James Watson.
Crick ve Watson, DNA’yı keşfeden insanlar.
Şimdi kemerlerinizi bağlayın ve bakın bu ünlü bilim adamı ne diyor.
İkisi arasındaki konuşmayı aynen, satırı satırına aktarıyorum:
İkisi, bir makine olarak gördükleri insan denen varlık üzerine konuşuyor.
* * *
Eduardo Punset: “Demek bu makinenin, yani vücudumuzun bir ruhu yok.”
Daniel Dennett: “Aynen öyle, bir ruh (spirit) yok.”
Eduardo Punset: “Ne de can (soul)?”
Daniel Dennett: “Can olabilir, insan vücudunu ele alalım, ne buluyoruz? Birkaç milyar farklı hücre, canlı hücre, nöronlar-her türden hücre yani. Ama hücrelerden hiçbiri kim olduğumuzu ne bilir, ne de umursar. Bir şekilde, trilyonlarca hücreyle, bu faşist hücrelerle bir takım oluşturuyoruz ve bunlar köle gibi, davetsiz misafirleri kovuyorlar aynen kovandaki arılar gibi ve demokrasi, Barcelona veya Boston umurlarında değil. Hücrelerimiz tüm bundan habersizler, ama iki büyük hücre takımı, senin takımınla benimki, farkında olmadan pek çok şey biliyorlar.”
Söyledikleri çok açık değil mi?
Bir: İnsan ruhu diye bir şey yoktur.
İki: Bizi biz yapan hücrelerin, dolayısıyla organların bilinci yoktur.
* * *
Öyleyse, bir insanın beyni nedir? Vücudun patronu kimdir?
“Sadece beynin kontrolü için yarışan gruplar ve hizipler. Bunlar faaliyet grupları, hücre değiller, daha ziyade vücudun kontrolü için yarışan enformasyon modelleri bunlar.”
O zaman asıl soruya gelelim:
Eduardo Punset: “Beyne kim göz kulak oluyor, tabii biri göz kulak oluyorsa?”
Daniel Dennett: “Bu biraz ürpertici bir fikir. Beynin on milyar veya belki yüz milyar nöronu var ve iş bununla da bitmiyor. Tek bir nöron bile senin kim olduğunu bilmez, hiç umurunda değildir. Bunun için fazla aptallar. Dolayısıyla demokrasi gerekiyor; nöronlar takım halinde çalışır ve kimsenin denetimi olmaksızın birbirleriyle rekabet ederler, onları kimse denetleyemez. Bilinç veya vicdanın yüce bir efendisi olduğu yolundaki teori yanlış yani.”
* * *
Kitabı okurken allak bullak oldum.
İnsan denen varlığın bir ruhunun olmadığı tezi, bugüne kadar kurduğumuz bütün sistemleri altüst ediyor.
En başta dinleri.
Ölümü, ruhun bedenden ayrılması olarak tasarlayan ve bize kabul ettiren tektanrılı, çoktanrılı dinlerin hepsi birer hurafe mi?
Ya psikologlar, psikiyatrlar?
Hepsi birer şarlatan mı bu insanların?
Tabii asıl soru.
İnsan denen bu mükemmel makineyi, aptal, hiçbir şeyden habersiz hücrelerin meydana getirmesine ne diyeceğiz?
Bütün bu aptal, etraftan habersiz hücrelere emredecek, onları idare edecek bir patron yoksa, bizler nasıl farklı bireyler olabiliyoruz?
Bilim bunların cevabını aramaya devam ediyor.
* * *
Bütün bunlara evet.
Ama insan denen varlığın bir “ruhunun bulunmadığı” tezi beni allak bullak etti.
Üstelik söyleyen herhangi biri değil.
Eğer bir ruhum yoksa ben kimim?
Ölüm aptal, geri zekâlı, umursamaz hücrelerin yaşamaktan vazgeçmesinden ibaret bir şeyse, cennete veya cehenneme giden nedir, kimdir?
Benim kafam karıştı.
Bu pazar günü biraz siz de kafa yorun.
Demek ki “Ruhsuz” dediğimiz insanlar, aslında insanoğlunun en bilinçli varlıklarıymış.
(*) Eduardo Punset-Lynn Margulis:
“Hayat Kitabı”, Çeviren Burak Bengi,
NTV Yayınları, 2010
Paylaş