Paylaş
İlk gören eşim Tansu’ydu...
Altında şu yazıyordu:
“En sağdaki Prof. Uğur Şahin, aşıyı bulan biliminsanı. Almanya’da çekilmiş. Kucaktaki kardeşi diş hekimi, ayakta çorabı delik olan modacı olmuş.”
*
Evde hepimiz ilk bakışta çok sevdik bu kareyi.
Tansu çok etkilendi ve Instagram hesabından paylaştı.
Ancak bir süre sonra bir izleyicisinden şu notu aldı:
“Fotoğraf 1975’de Düsseldorf’a göçmüş bir aileye ait...”
Bunun üzerine fotoğrafı çekti.
Ancak bir süre sonra fotoğrafta olduğu iddia edilen Uğur Şahin imzalı bir yazı dolaşmaya başladı.
Bu fotoğrafın kendilerine ait olduğunu yazıyordu.
Ama bu yazının otantik olup olmadığını da öğrenemedik.
Yani bu yazıyı yazmaya oturduğumda fotoğrafın Şahin Ailesi’ne ait olup olmadığını kesinleştirememiştim.
*
Olsun...
Yine de çok sevdik bu çorabı delik insanların başarısını...
Bir de şu vardı.
Dünyanın yaşadığı bu felakete çareyi bir Türk çiftin bulmasının verdiği gurur.
Ama şu sorunun cevabı açıkta kaldı...
Niye bu fotoğrafın gerçek olduğuna inanmaya bu kadar hazırdık?
Söyleyeyim.
Çünkü hepimizin içinde bir yerde gizlice oturan bir “Garibanist” var...
Aynı zamanda lüks bir araba yoksul bir insana çarptığında otomatik olarak zengini suçlayan bir garibanist o...
Bir başarı varsa, onun arkasında çorapları delik bir Anadolu çocuğu görmeyi tercih eden bir karakter...
*
O yüzden en entelektüelimiz bile senaryo yazarken ağırlığı “Kibirli Peri’den” değil gariban “Meryem’den” yana koyuyor.
Ama unutmayalım ki dünya tarihinde varlıklı ailelerin çocuklarının yazdığı destanlar, buluşlar ilerlemeler de var.
Akranları baba parası yerken, kendileri laboratuvarlarda dirsek çürüten zengin çocukları...
*
Delik çoraplı fotoğraflardaki sıcak insan hikayelerini ben de çok seviyorum.
Ama sosyoloji doktorası yapmış, kitle ruhu üzerine kitap yazmış, Ortega Y Gasset’nin “Kitlelerin İsyanı” eserini başucu kitabı yapmış biri olarak şunu da görüyorum.
Bu duygu siyasetçilerin elinde dejenere olursa, dünyanın başına fena halde bela olan “Popülizmin” kaynağı haline dönüşüyor.
Bu duygu, “Garibanizm” denilen bir ideolojiye dönüştürüldüğü zaman siyaseti de yozlaştırıyor.
Popülist liderler bu güzel duyguyu alıyor, toplumun bir başka kesimine karşı insafsız bir ötekileştirme ve düşmanlaştırma aracı haline getiriyor.
*
Ben hep şuna inandım...
İşçi çocukları da şerefli bir hayatı ve ölümü hak eder...
Burjuva çocukları da...
O yüzden çorabı delik fukara çocukların başarı hikayeleri beni çok sevindirir...
Ama varlıklı mahallelerin çocuklarının başarı hikayeleri de aynı ölçüde sevindirir.
*
Hayatım boyunca içimdeki o garibanistin kölesi olmamak için mücadele ettim.
O nedenle 1973 yılında Paris’te Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet bursuyla solcu bir öğrenci olarak okurken şu kararı aldım:
“İzmir’de bir matbaa işçisinin çocuğu olarak doğdum, ailemle gurur duyuyorum. Bir burjuva olarak ölmek istiyorum. Bunu başarabilirsem kendimle de gurur duyacağım.”
YAKIN TARİH MAGAZİNİ
DEMİREL’İN GİZLİ ‘FERDA’SI KİMDİ
OSMAN Müftüoğlu, 1990’lı yılların başında rahmetli Süleyman Demirel’in doktorluğunu yaptığı yıllarda bir sabah kahvaltıda onun sağlık konularını konuşurlarken Demirel lafını kesip şunu söylemiş:
“Doktor sen beni bırak da Ferda’ya iyi bak...”
Tabii içimdeki seviyeli magazinci merak etti...
Kim bu Ferda?
O yıllarda bizim neslimizde Ferda denilince hepimizin aklına iki kadın gelirdi:
Yeşilçam’ın iki şahane kadını Sevda ve Ferda kardeşler.
Selim İleri yıllarca Ferda Ferdağ’a olan hayranlığını yazdı.
*
“Acaba Demirel’in özel olarak ilgilendiği kadın Ferda Ferdağ mıydı” diye düşündüm.
Onu 1996’da kaybettik.
Açıp Müftüoğlu’na sordum.
Meğer o da merak edip Demirel’e sormuş.
Meğer “Ferda” gelecek demekmiş.
Demirel de “Geleceğe iyi bak” demek istiyormuş.
*
Pek ikna olmadım.
Acaba “Gizli bir hayranlığın Demirel zekâsıyla ifadesi mi” diye düşünmedim değil.
Hele hele Ferda Ferdağ’ın şu fotoğrafına bakınca insan bu şüpheye kapılmıyor değil hani.
ABDÜLHAMİD’DEN SONRA ENVER PAŞA MI GELİYOR
CUMHURBAŞKANI Erdoğan geçen gün partisinin grup toplantısında Azerbaycan konusunu anlatırken bu zafer dolayısıyla geçmişteki bazı isimleri de hayırla andı.
Şu isimleri verdi:
“Mehmet Emin Resulzade, Nuri Paşa, Zeynel Abidin Tagiyev, Hüseyin Cavid, Ahmet Cavad ve Umummilli Haydar Aliyev...”
Ancak bu isimlere birini daha ekledi ki çok dikkatimi çekti.
Enver Paşa...
Yani İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin en önemli 3 isminden biri...
*
İttihat ve Terakki uzun yıllar muhafazakârların hedefindeydi.
Sultan İkinci Abdülhamid’i tahttan indiren, İkinci Meşruiyet’i kuran, Babıâli baskınını yapan cemiyet.
Demek ki Türk muhafazakârları İttihat ve Terakki ile barışıyor.
Yakında TRT’de bir “Payitaht Enver Paşa” dizisi görürsek şaşırmayalım.
*
Bu durumda Cumhuriyet gazetesi de bir töhmetten kurtuluyor.
Gazete yıllarca Babıâli’de İttihat ve Terakki’nin merkezi olarak kullanılan binadan çıktığı için çok eleştiriliyordu.
AMERİKAN BASKETBOLU BİR FASHİON PODYUMU OLUYOR
SON günlerde Amerikan basket ligi NBA’yle ilgili en çok okuduğum şey “modaya etkileri” oldu... Mesela Brooklyn Nets takımı gelecek yıl bambaşka bir forma anlayışıyla sahalara dönecekmiş.
Kulübün küçük hissedarı Jay-Z de yeni formanın oluşumuna yardımcı oluyormuş.
Anladığım kadarı ile forma anlayışında 90’lara dönüş anlamında “vintage” bir tarz yaratıyorlarmış. Bazı yorumculara göre önümüzdeki sezonun en “stil ikonu” takımı Brooklyn Nets olacakmış.
Buna karşılık saha dışı moda konusunda en “stylish” takımın Oklahoma City Thunder olacağı belirtiliyor.
Özellikle Gilgeous Alexander ve Oubre gibi oyuncuların giyim tarzlarının NBA’de saha dışının en iddialı stili yaratacağı şimdiden yazılıyor.
Bütün dünyada sporcular artık moda taşıyıcısı ve “influencer”ı olarak ön plana çıkıyor.
GÜNÜN PODCAST’İ
‘KUSURSUZ DİKSİYON’U BOŞ YAPARAK ÖLDÜRMEK
YEĞENİM tavsiye etti ve ben de “Deniz Göktaş’a Ayıracak Vaktim Yok” başlıklı podcast’i izlemeyle başladım.
Müthiş bir podcast... Özellikle “Mirgün Cabas’ın Hayaleti” başlıklı bölümü çok ama çok sevdim.
Podcast’ler aslında 1970’lerin, 80’lerin radyosuna dönüş.
Ama o dönemin en önemli şeyi “Kusursuz bir diksiyona sahip olmak”tı.
Şimdiyse hiç böyle bir şeye gerek yok.
Göktaş’ın şu cümlesi durumu çok iyi özetliyor: “Alabileceğim en iyi övgü şu cümle: Abi çok iyi boş yapıyorsun.”
Bir de şu sözlerini sevdim:
“Her şeyden etkileniyorum. Stalin’i okuyorum, beğeniyorum.
Yalçın Küçük’ü okuyorum herkesten nefret ediyorum.”
Bu biraz benim yeni köşem gibi değil mi...
Yani “kaliteli boş yapmak”...
Kısaca ‘Kaybedenler Kulübü’nün güncelleştirilmiş harika bir yeni hali.
Paylaş