DÜN Emin Çölaşan’ın AKP Adana Milletvekili Ömer Çelik’le ilgili bir yazısı vardı.
Bu yazı ile ilgili bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum.
Ama önce bütün okuyucularıma bir gerçeği açıklamalıyım.
Yazıyı değerlendirirken, bu noktayı dikkate alma hakları vardır.
Ömer Çelik benim iyi dostumdur.
Hayata bakışımızda, zevklerimizde ve en önemlisi de, entelektüel ilgilerimizde büyük bir akrabalık vardır.
Zaman zaman buluşur, çok zevkli sohbetler yaparız.
Okuduğumuz, seyrettiğimiz güzel şeyleri mutlaka birbirimize aktarırız.
Bu yazıyı, Ömer Çelik’i savunmak için falan yazmadım.
Sadece, hepimizin başından geçebilecek bazı "psikolojik durumlarla" ilgili gözlemlerimi aktarmak istiyorum.
* * *
Olay 2003 yılında meydana gelmiş.
AKP Milletvekili Ömer Çelik, THY ile bir yere giderken, bagajında ağırlık fazlası çıkmış.
Görevli memur bunun için para ödemesi gerektiğini söylemiş.
Aralarında münakaşa çıkmış, memur hakkında soruşturma açılmış.
THY yönetimine göre, memurun geçmişte de yolculara sinirli davranışları olduğu iddiasıyla, işine son verilmiş.
Ben, THY ile sık seyahat eden bir yolcuyum.
Bu tür yolcu-görevli tartışmalarına çok rastlarım.
Ne var ki, işin bir tarafında milletvekili veya şöhretli bir insan olunca, ister istemez boyutu büyüyor.
Nitekim bundan bir süre önce, ben de uçağın geç kalkması nedeniyle bir yazı yazmıştım.
Son gelen yolcu bir bakanın eşi olunca, işin boyutu büyümüştü.
* * *
Çölaşan’ın yazısında asıl ilgimi çeken başka bir ayrıntı vardı.
Ömer Çelik o sırada milletvekili.
Üstelik AKP’de Erdoğan’a en yakın çevrede bulunuyor.
Yani forssa fors.
Ama Ömer Çelik, VIP salonundan değil, normal yolcu salonundan geçmiş.
Böyle bir durumda güç kullanmak, forsunu devreye sokmak isteyen bir insan, sizce normal yolcu salonunu mu, yoksa VIP salonunu mu tercih eder?
"Sen benim kim olduğumu biliyor musun" diyecek adam VIP’i tercih eder.
Ömer Çelik modern bir insandır.
İyi bir entelektüeldir.
O nedenle diyorum ki, o gün orada yaşanan olayın mutlaka "iki tarafı" vardır.
Bunu ne sadece görevlinin, ne de Çelik’in tek taraflı görüşü ile anlamak ve adil bir değerlendirme yapmak mümkün olabilir diye düşünüyorum.
* * *
Günümüz kitle toplumlarında şöhretli ve varlıklı insanlara karşı tepki var.
Bundan bir süre önce Hürriyet’te ilginç bir olay yaşadık.
TEM yolu üzerinde BMW markalı bir araç, minibüsten inip yolun öteki tarafına geçmeye çalışan bir kadına çarpıp ölümüne neden olmuştu.
Böyle bir haberde şu otomatik refleks oluşuyor.
"BMW’li aşağılık zengin adam, minibüsten inen zavallı kızı ezdi."
Yani otomatik olarak BMW’li veya Mercedes’li adam haksızdır.
Oysa ölen kadın ve minibüs, en az üç trafik kuralını çiğnemişti.
Minibüs TEM üzerinde durup yolcu indirmişti.
İnen kadın, minibüsün önünden karşı tarafa geçmeye kalkmıştı.
Ve TEM yolundan karşıya geçmek istemişti.
Ama bu gerçekler bile kafamızdaki şablonu kolay kolay yıkamıyor.
* * *
Şöhretli insanlar böyle durumlarda tartışmaya dezavantajlı başlıyor. VIP değil de normal yolcu salonundan geçen bir milletvekili bu muamele ile karşılaşınca ne yapmalı?
Normal bir yolcu kadar itiraz etme hakkını kullanmalı mı, kullanmamalı mı?
Ben kendi payıma uzun yıllardır böyle bir hakkı kullanmaktan vazgeçtim.
Haklı olduğuma inandığım durumlarda bile kabulleniyorum...
Çünkü statümün ve şöhretimin avantaj değil, dezavantaj olduğunu keşfedeli epey yıl oldu...
Ömer Çelik’in yerinde olsaydım aynı şeyi yapardım.
Medeni bir insan davranışı değil diyebilirsiniz, ama ne yapayım, gerçek bu...
BİR NOT
DÜN sabah erken saatlerde Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin aradı. Dünkü yazımda Hürriyet dahil, gazetelerin Bulgaristan ve Romanya’nın AB üyeliğini manşete çıkarmadıklarını yazmıştım. Milliyet 1 Ocak günü bunu manşetine taşımış. Demek ki benim rehavetim had safhadaymış. Sedat Ergin ise her zamanki titizliği ile bunu atlamamış.