BU biraz isyan yazısı olacak. Toplum olarak hepimize, herkese yapılan ve giderek yaygınlaştırılan bir haksızlığa karşı haykırma ihtiyacından doğan bir yazı olarak kabul edin.
Ama aynı zamanda kendine aydın diyen insanların keyfiliğine, haksızlığına duyulan şahsi bir öfkenin ifadesi de diyebilirsiniz.
Hatta haksızlık değil, bize ‘aydın duruşu’ olarak yutturulmaya çalışılan bir bencilliği, bir egoizmi telin etme çabası da diyebilirsiniz.
Meselem Orhan Pamuk’un sözleri.
Onun dünyada giderek büyüyen şöhretinden, saygınlığından bir Türk vatandaşı olarak elbet ben de hisseme düşen kár payını alıyorum.
Bu kár payı, içimi dolduran bir gururdur.
Bir iftihar, bir hemşerilik, bir akrabalık keyfidir.
* * *
Ama son günlerde söylediklerine baktıkça, bu gururum şiddetinden hiçbir şey kaybetmese de, bir düş kırıklığımı dile getirme ihtiyacını duyuyorum.
Buna ürkek bir muhalefet şerhi de diyebilirsiniz.
Sözümü kısa ve açık söyleyeyim:
Orhan Pamuk’un son günlerde yabancı gazetelere söyledikleri, insafsızca ve egoistçe söylenmiş sözlerdir.
Ama siz de bazıları gibi, muhalif aydının her tür keyfiliğe, bütün egoizmlere ve insafsızlığa hakkı vardır diye düşünüyorsanız, bu yazının sonunu okumanıza hiç ihtiyaç yok.
Bu yazı olsa olsa sizi sinirlendirir.
* * *
Ben öyle düşünmüyorum.
Aydın ve muhalefet kelimelerinden oluşan terkibin, adaletsizliği ve her tür egoizmi haklı kıldığına inananlardan değilim.
‘Türklerin 1 milyon Ermeni’yi kestiğini’ söyler ve bunun arkasına tarihsel konjonktürden hiçbir ekleme yapma ihtiyacı duymazsanız, bir milletin hakkını vereyim derken, bir başka milletin hakkını yemiş olursunuz.
O sözlerin içine bir cümleyle dahi, savaşa giden Türk askerlerinin köylerine yapılan saldırılardan ve bunun cephelerdeki insanlarda yarattığı duygulardan da koyma ihtiyacı duymuyorsanız, egoizminiz bir aydın karakteri olmaktan çıkıp tecavüz haline dönüşür.
‘Türkler son 20 yılda 30 bin Kürt’ü öldürdü’ derken, ölen kişilerin kimlikleri, özellikleri hakkında en ufak bir ayrıntı vermekten özenle kaçınıyorsanız, Türk toplumuna yaptığınız iş tarihsel bir hatayı deşifre etmekten çıkar, bu topluma karşı kolektif linç yapan kalabalığın basit bir ferdi haline gelirsiniz.
* * *
Bu recm kalabalığının alelade bir ferdi olmak da size hiç yakışmaz.
Son 20 yılda Avrupa’da en küçük etnik ihtilaflarda, insanların kapılarına haçlar çizilerek gece baskınları düzenlenirken, bu toplumda her şehirde, her kasabada her gün şehit cenazelerinin kaldırıldığı günlerde bile bir tek Kürt’ün kapısına ne üç hilalin, ne de bir bozkurt kafasının çizilmediğini de hitap ettiğiniz o yabancılara anlatmanız gerekmez mi?
Hadi hayatını kaybeden Türk güvenlik güçlerini insandan saymıyorsunuz, öldürüldüğünü söylediğiniz 30 bin kişinin küçümsenmeyecek bölümünün, eli Kalaşnikoflu terör erbabı olduğunu da ifade etmeniz gerekmez mi?
Ya terör örgütünün köylerde katlettiği çocuklar, kadınlar, siviller...
Aydın namusu dediğiniz şey, eğer alelade bir egoizm değilse bu basit gerçekleri de anlatmanızı beklememiz gerekmez mi?
Vicdanınızda bu küçücük çocuklara, kadınlara ayıracak tek bir cümlelik yer de mi yok?
Bunları söylemek sıradan bir demagoji mi?
* * *
Tabii şöyle bir mazeretiniz olabilir:
‘Ben aydınım. Söyleyeceğimi söylerim. İtirazı olan da kendi zaviyesinden baksın.’
Bir dakika, bizim de mazeretimiz var.
Siz, edebi kabiliyetinizle haklı olarak elde ettiğiniz aydın gücünüzü haksız bir rekabetin hizmetine veriyorsunuz.
Bakın Türklerle ilgili söylediğiniz o kaba saptamalar, insafsız genellemeler, dünyanın bütün gazetelerinde yer buluyor.
Ama 70 milyonluk bu halkın hem tarihsel hem de bugüne ait, bırakın gerekçesini, hafifletici nedenini bile dikkate alan yok.
Sizin sözlerinize yer veren gazeteler, o sözleri yorumlatmak için Türk düşmanlığı kanıtlanmış başka insanları şahitliğe çağırıyor.
Türkiye’den gelen sesler ise yalıtkan sükût duvarlarına çarpıp geri dönüyor.
Çünkü siz, onların duymak istediklerini, dikkat ediniz sadece duymak istediklerini söylüyorsunuz.
‘Ben bu güce sahipsem, sizin tek cümlenize bile kulak kabartan yoksa bu benim kabahatim mi’ diyebilirsiniz.
Eğer kendinizi sadece ve sadece bir dünya vatandaşı olarak kabul ediyorsanız, elbette bir diyeceğimiz yok.
O zaman da sizden hiç olmazsa evrensel bir aydın tarafsızlığı bekleme hakkımız vardır.
Belki de kendinizi bir Türk değil, bir dünya vatandaşı olarak kabul etseniz, bu millete karşı daha insaflı olabilirdiniz.
Yani içimden bir ses, ‘Keşke öyle olsaydınız’ demiyor da değil.
Çünkü o zaman belki, bugün size sayfalarını bonkörce açan yabancı gazete ve dergilere, bir aydın olarak söylemek zorunda olduğunuz başka şeylerin de bulunduğunun farkına varabilirdiniz.
Eğer sadece bir dünya vatandaşı iseniz, sizden hiç olmazsa bir Edgar Morin kadar insaflı olmanızı isteyebilirdik.
* * *
Ne yazık ki bizler içeride de size karşı güçsüzüz.
Çünkü itirazımızı yüksek sesle dile getirdiğimiz an, sizin fotoğrafınızı manşetlerine koyarak ölüm çığlıkları atan bazı kesimlerle aynı fotoğrafa gireceğimizden korkuyoruz.
Bu korku bizi pısırıklaştırıyor, kahredici bir sessizliğe bürünüyoruz.
Ama sanmayınız ki bu sessizlik, sizi onayladığımız anlamına geliyor.