Paylaş
“Ceb-i hümayun...”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Paris dönüşü uçakta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni eleştirirken şöyle bir şey söylüyor:
“Birleşmiş Milletler öyle bir güç olmalı ki, icabında kendi cebi-i hümayunundan vermek suretiyle işi çözmeli. Osmanlı’da olduğu gibi ceb-i hümayunundan verir bitirir bu işi.”
*
Cumhurbaşkanı’nın iki defa üst üste telaffuz ettiği “ceb-i hümayun” kavramını onun ağzından ilk defa duyuyorum.
Daha doğrusu, bu kavramı ilk defa işitiyorum.
*
Sözlüklere baktım.
Anlamı şu:
- “Padişahın cebi”...
- “Osmanlılarda doğrudan padişahın şahsi kullanımına ayrılan para...”
*
Osmanlı’daki anlamını öğrendim.
Ama bunun Birleşmiş Milletler kapsamında hangi anlamda kullanıldığını çıkaramadım.
*
Uçaktaki gazeteciler bunu biliyorlar olmalı ki, bu konuda soru soran kimse çıkmamış.
Onlara sesleniyorum.
Bizi de aydınlatır mısınız bu konuda...
En fazla cinsel taciz
olayı nerede oluyor
“ASKERLİK dışında cinsel taciz olaylarının en yaygın olduğu kesim akademia’dır...”
Dünyanın en ünlü popüler bilim dergisi Scientific American’ın ekim sayısının makalesi bu cümle ile başlıyor.
*
Akademia içinde en yaygın kesim de tıp bilimi çevreleriymiş.
Cinsel taciz olaylarının en yaygın yaşandığı yer bilimsel çevrelermiş.
“MeeToo” hareketi başlayınca 21 uzman bu çevrelerdeki tacizlerin nedenini ve önleme yollarını araştırmak üzere iki yıl süren bir çalışma yapmışlar.
Sonuçları geçen ay açıklandı.
*
Bulunan birinci neden şu:
“Çok katı hiyerarşi...”
Özellikle tez çalışmalarında araştırmayı yöneten hocaların, tez öğrencileri veya asistanların bilimsel kariyerleri üzerinde haddinden fazla etkiye sahip olması böyle bir ilişkiye yol açıyormuş.
*
Bir başka sonuç da bu sektörde cinsel tacize uğrayan kadınların çoğunun sessiz kalmasıymış.
Peki önerilen ne?
Tez çalışmalarının daha geniş gruplar halinde yürütülmesi...
KAPIYA DAYANAN KADIN İÇERİ GİRİNCE NE YAPACAK
AMERİKA’nın ünlü dergilerinden New Yorker’ın kapağını çok beğendim.
Bir oda görüyoruz. İçeride, müesses nizamı temsil eden bir sürü erkek var.
Belli ki erkek iktidarının sevdiği konuları konuşuyorlar.
Ama bu maço salonun kapısı aralanmış ve oradan içeri girmeye hazırlanan kadınlar görünüyor.
Dergi Amerika’da son seçim sonuçlarını böyle yorumluyor.
Kadınlar artık kapıları yumruklamaya başlamış... İçeri girince o herifleri de yumruklayacaklar...
SIKI BİR ELEŞTİRMENİMİ KAYBETTİM ÇOK ÜZGÜNÜM
AYNI yıl doğduk...
Aynı yıllarda Paris’te okuduk... O siyaset felsefesi, ben iletişim sosyolojisi dalındaydık.
Türkiye’ye dönüşte ikimiz de öğretim üyeliği yaptık.
Sonra ben gazeteci oldum, o gazete eleştirmeni...
*
Hürriyet’in ve benim en büyük eleştirmenimdi...
Medyakronik sitesinde yazdığı yazılarla beni çok kızdırırdı, çok üzerdi...
Çünkü gerçek bir aydındı ve onu çok önemserdim.
O yıllarda bir Ankara uçağında yan yana geldiğimizde o da bana “Hürriyet’i çok önemsediği” için bu kadar eleştirdiğini söylemişti.
*
Paris yıllarından arkadaşım, büyük eleştirmenim, saygı duyduğum muarızım Kürşat Bumin’i kaybettik.
Eşi Tülin’e, oğlu Kerem’e ve ondan ders almış bütün öğrencilerine başsağlığı dilerim.
UYUMSUZ ADAMIN UYUMLU ADAM HAKKINDAKİ SİCİLİ
TUĞRUL Eryılmaz bizim sektörün, iç dünyasında iyi tanınan ama kamusal alanda pek ön plana çıkmamış simalarından biri...
Çok gazete ve dergi değiştirdiği için de adı bir gazeteyle özdeşleşmemiştir. Yine de bizler onu “Sokak” dergisi ile “Radikal İki”nin genel yayın yönetmeni olarak tanırız. Ama sol Ankara geleneğinden gelmiş, “uyumsuzlardan” biri olarak tanınır.
*
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden benimle aynı yıl mezun oldu.
Onlar Siyasal Bilgiler Fakültesi kantininin Dev-Genç ekibindendi.
Bense daha çok Türkiye İşçi Partisi’ne yakındım. O nedenle eski Dev-Yol’cuların benim hakkımda verdikleri sicili çok merak ederdim.
*
Bir nehir söyleşisi yayınlamış(*).
Eryılmaz’a göre onların gözünde sicilim şöyleymiş: “Ertuğrul çok dikkati çekmeyen bir öğrenciydi üniversitede, ben onu çok az hatırlıyorum. Bir şekilde Ertuğrul’a karşı oradaki devrimci öğrencilerin bir önyargısı mı vardı diyeyim, haklı yargısı mı, ondan hoşlanmıyorlardı. En kısa zamanda ‘Elveda Başkaldırı’ diye bir kitap yazacağını herhalde çocuklar kestirmişlerdi. Ben de gazeteciyim, o hâlâ gazetecilik yapıyor, ben çoktan sistemin dışında kaldım ama o çok uyumlu bir arkadaştı. 20’li yaşlarında bu kadar uyumlu olduğun zaman, 50 yaşlarından sonra senden bir şey çıkmıyor.”
*
Tabii ki herkesin herkes hakkında bir görüşü vardır... Vardır da ben şu “uyumlu olmak” ifadesini pek anlamadım.
O dönemde benim için müesses nizamı sadece Ankara’daki devlet temsil etmiyordu.
Devleti ceberut bulduğum kadar, SBF’deki devrimci öğrencileri de aynı ölçüde ceberut görüyordum.
Her şeye hâkimdiler, her şeyi en iyi onlar biliyordu, başka türlü bir fikrin açıkça ifade edilmesine de pek izin vermiyorlardı.
Yani ben onlarla hiç uyumlu değildim...
*
Ama yine de Tuğrul’la uyumlu olduğum iki konu var.
İkimiz de Mick Jagger ve David Bowie hayranıyız. Bu bile
muazzam bir gelişme...
Çünkü o yıllarda SBF kantininde o solcu ‘nomenklatura’ya Rolling Stones’u sevdiğinden söz etmek yürek isterdi yani...
-------------------
(*) Asu Maro: “Tuğrul Eryılmaz: 68’li ve Gazeteci”, İletişim Yayınları, 2018
Paylaş