Paylaş
Yazımın son cümlesindeki “İmralı’da yapılan görüşmeleri bütün kalbimle destekliyorum” ifadesinin üstünü örterek demediklerini bırakmadılar.
Gerçi içlerinden biri, belli ki çok tepki almış, dün o da “Türk onuru”ndan söz etmek zorunda kaldı ama yine cevap vermem şart oldu.
Onlar adımı vermeden yazdıkları için ben de centilmenler anlaşmasına riayet ederek isimlerini vermiyorum.
* * *
Bakın kardeşim, size biraz yakın geçmişi hatırlatayım.
BİR: Türkiye Cumhuriyeti bugün, Kürt sorununu çözmek için, İmralı’da bir muhatap bulabilmişse, Bunda Hürriyet gazetesinin çok büyük payı vardır.
Öcalan’ın yakalandığı günleri hatırlayın.
Kamuoyu ayaktaydı. Bazı gazeteler “Hemen asın” manşetleriyle çıkıyordu.
Hürriyet o günlerde PKK liderinin asılmaması için tarihinin en büyük ve en riskli kampanyasını yaptı. Çok da iyi yaptı.
-Size hatırlatmak isterim.
O günlerde de bu gazetenin sahibi, geçen cumartesi günü “barış dili” çağrısı yapan patronumAydın Doğan’dı...
Ve bilin ki, arkadaş ve aile sofralarında bile epey yalnızdık...
İKİ: Siz belki hatırlamazsınız. Bu ülkede “Öcalan’la niye görüşmüyorsunuz. Tarihi bir fırsat kaçırıyorsunuz” mesajını en cesur dille kim söylemişti?
Mehmet Ağar...
Şimdi nerededir biliyorsunuz değil mi? Hapiste...
Onu cezaevinde kimlerin ziyaret ettiğinin tam listesine bir bakarsanız, “derin devlet” diye etiketlenen o insanın sandığınız gibi hiç de yalnız olmadığını anlarsınız.
-O günlerde Ağar dışında “İmralı ile görüşülmeli” diyen ilk yazarlardan biri bendim.
Bu gazetede “Kürt” kelimesini de ilk defa 1988 yılında ben kullandım.
Hürriyet arşivleri orada...
ÜÇ: İmralı’daki mahkûm hâlâ “çetebaşı” olarak anılırken, Adalet Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’na başvurarak, çözüme yardımcı olmak için mülakat
başvurusunu yapan ilk gazeteci benim.
Dönemin AK Partili Adalet Bakanı’na sorarsanız size söyler.
DÖRT: Ben, Başbakan Erdoğan’ın Kürt sorununu yönetme politikasını A’dan Z’ye destekliyorum.
Buna “Uludere” konusundaki politikası da dahildir. Bunu yazdığım için “Taraf” gazetesinin manşetinde, “Tencere kapağı” benzetmesiyle hakarete uğradım.
İlk Kürt açılımına da aynı heyecanla destek verdim.
Hatta Habur olayını kınayan yazı bile yazmadım.
BEŞ: Gazetemizin sahibi Aydın Doğan’ın mektubunu da son derece yapıcı ve sahici buluyorum.
VE ALTI: Son bir nokta...
Siz, benim Kürt sorununun çözümüne yaptığım katkıları inkâr edebilirsiniz ama İmralı’daki Abdullah Öcalan çok iyi biliyor.
Çünkü rahmetli Şerafettin Elçi gibi, o da “Kürt hassasiyeti” kadar “Türk hassasiyeti”nin de öneminin farkında.
Onun içindir ki, ona “Çetebaşı” denilen günlerde avukatlarıyla çeşitli defa görüştüm.
Siz de dediğimi çok çok iyi anlıyorsunuz da, kafanızdaki putları, etiketleri, sembolleri deviremiyorsunuz.
Amacım Türkler ve Kürtlerin kalıcı ve adil bir barışı
SİZ bakmayın, daha Kürt kelimesini kullandım diye bana girişenlere.
Bu ülkenin aklı başında insanları benim söylediğim sorunu telaffuz etmekten korkmuyorlar.
Heinrich Böll Stiftung, merkezi Almanya’da bulunan bir vakıf.
Azınlıklar ve insan hakları, kadın erkek eşitliği gibi konularda çalışıyor.
Bu vakfın Türkiye’deki şubesinin Perspectives adlı bir yayını var.
Onun aralık sayısının kapağı “Türk sorunu”na ayrılmış. İçinde, Radikal gazetesinin de, Cumhuriyet gazetesinin de yazarlarının yazıları var.
* * *
Yanlış anlamayın... Benimle aynı şeyi söylüyor veya yazıyorlar demiyorum. Hatta görüşleri, Radikal gazetesinde beni eleştirenlere yakın.
Sadece, bu sorunun çözümünün bir de “Türk tarafı” olduğunu teşhis ve kabul ediyorlar demek istiyorum.
Yani 1915 Ermeni tehcirinden bahsederken, bu trajedinin sorumluluğunu, ağzınız dolu dolu, sadece “Türk” kelimesinin üzerine yıkacaksınız...
Ama mesele “Kürt” sorununun çözümü gibi şerefli bir konuya geldiği zaman, “Türk” kelimesini ağzınıza almayacaksınız...
Unutmayın bu ülkenin adı hâlâ Türkiye ve öyle kalacak.
Manası ne midir? Fransa’nın manası neyse o... Yani “Türklerin yaşadığı ülke”...
En büyük arzum, Türklerin ve Kürtlerin, 21’inci yüzyılın insanları olarak, sorunlarını çözmüş, duygusal safralarını atmış biçimde yan yana yaşamalarıdır.
O duygusal safraların atılmasının yollarından söz ediyorum, ama yine de anlamak istemiyorsanız...
O sizin bileceğiniz iş.
Hayatımda ilk defa yaptığım bir CD’yi köşemde tanıtıyorum
4 yıl önce, hayatımın son 30 yılında dinlediğim aryaları CD haline getirmek istediğim zaman, çevremde birçok insan şunu söylemişti:
“Bu ülkede arya satar mı?”
Parçaların arasına metinler yazmıştım.
Bu metinleri Kenan Işık harika biçimde okumuştu. O CD, 20 bine yakın sattı...
Çift olduğu için siz buna 40 bin de diyebilirsiniz.
Yollarda rastladığım 15 yaşlarında çocuklar, yaşlılar, erkek-kadın pek çok insan bunu çok sevdiğini söylemişti.
* * *
Şimdi bu CD’nin ikincisini yaptım ve satışa çıktı.
Adı “Arta Kalan Zamanda 2: Tek Kişilik Tarikat”.
Anna Netrebko’nun söylediği harikulade “Pie Jesu” parçasıyla başlayan bir CD. Bu defa teması çok ağırlıklı olarak aşk ve inanç...
Sizi derin ve yalnız bir iç seyahate davet ediyorum.
Yıllardır bu parçaları dinleyerek manevi yolculuklara çıktım. Kendi arzıma seyahatler yaptım.
Yanımda hep bu şarkılar vardı...
* * *
Albüm 2 ayrı CD’den oluşuyor. Birinde Selçuk Yöntem yazdığım metinleri çok etkileyici biçimde okudu. İkincisinde de aynı şarkılar var, ama aralarında konuşma yok...
Bunun için Selçuk Yöntem’le stüdyoya girdik. Üç ayrı seans yaptık. Saatlerce okudu, beğenmedi, yeniden okudu.
Sonunda, hayatımın son 6 yılının ruhunu yansıtan bir CD ortaya çıktı.
* * *
Hürriyet’te çalışmaya başladığım 1986 yılından bu yana 5 kitabım, bir CD’im çıktı.
Bunların hiçbirini köşemde duyurmadım.
İlk defa böyle bir şey yapıyorum.
Çünkü bu CD’nin bütün geliri “Altı Nokta Körler Derneği”ne gidecek.
Gören insanlar, gözleri kapalı, kör çocuklar, kör gençler, kör kadınlar ve erkekler ise hiç olmazsa gönül gözleri açık dinlesin diye...
Paylaş