ORHAN Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığı haberini öğrendiğim sırada Sedat Ergin’le yemek yiyorduk.
Onun yüzüne baktım.
Her zamanki gibi ifadesini belli etmeyen bir sakinlik vardı.
Benim içimde ise derin bir dip dalgası.
* * *
Kendimi bir anda, 12 Eylül 1980 sabahının o duygu karmaşasında buldum.
Bir yanda duygularım, öte yanda başka duygularım.
Önce ilk ve samimi duygumdan başladım.
Sevindim.
Gerçekten çok sevindim.
Yıllardır dünya gündemini sadece Kürt, Ermeni, Kıbrıs meseleleriyle dolduran Türkiye’nin, bir Nobel yazarı çıkarmasına gerçekten çok sevindim.
Çünkü ülkemin içinden çıkan her gelişme benim için gurur kaynağıdır.
Madem samimi itiraflarla başladık, aynı samimiyetle devam edelim.
Aynı anda içimden, belki bütün Türklerin de içinden geçen o duygu geçti.
Keşke o sözlerle gönlümüzü yaralamamış olsaydı.
Keşke ülkesiyle ilgili kendi görüşlerini, somut tarihi gerçekler halinde sunmasaydı.
İçimden bir "keşke" daha geçti.
Keşke, bu büyük ve gurur verici ödül, Fransa Parlamentosu’nun her saniyesinden siyasi ikiyüzlülük ve ilkel bir oy avcılığı akan o çağdışı oylamayı yaptığı gün açıklanmasaydı.
Çünkü Orhan Pamuk’a yapılacak en büyük haksızlık bu olacaktı.
Biz Türkler, istesek de istemesek de, o hain soruyu kafamızdan asla uzaklaştıramayacaktık.
"Bu ödülde, Ermeni soykırımı ve 30 bin Kürt’ü öldürme" sözlerinin etkili olduğu iddiası.
Ama işin daha da kötüsü, sadece biz değil, başkaları da aynı ilişkiyi kuracaktı.
Nobel bir Türk’e mi verildi, yoksa onun ülkesiyle ilgili iddialarına mı?
Türkiye’ye de çok yazık... Orhan Pamuk’a da...
Çünkü o ödülü gerçekten hak ediyordu.
* * *
Bu duygulardan hangisi ağır bastı diye sorarsanız, samimi cevabım şu olacaktır:
"Türk yanım ağır bastı..."
Bu ne anlama geliyor demeyin, zaten mesele burada.
Bir bölümümüz, samimi olarak "Türk yanımız ağır bastığı için"Orhan Pamuk’a kızıyoruz.
Ama yine "Türk tarafımız" ağır bastığı için Orhan Pamuk’un, edebiyatın en büyük ödülünü almasına seviniyoruz, gurur duyuyoruz.
Sevinmeliyiz ve gurur duymalıyız.
Sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin yetiştirdiği bir yazar bu ödülü aldı.
* * *
Dün bu manşeti hazırlarken çok tartıştık.
Hepimiz biliyoruz ki bu manşet belki de hiç birimizin "Türk yanını" tatmin etmeyecek.
Bir kısmınız o manşette, "Türk yanınızın" beklediği tepkiyi göremeyecek.
Orhan Pamuk’a söylenmesi gereken sözlerin söylenmediği duygusuna kapılacak.
Ama yine çok iyi biliyoruz ki, bu manşet, bir başka kısmımızın da "Türk yanının" beklediği cevabı veremeyecek.
Çünkü onlar da Orhan Pamuk’a böyle bir günde en büyük alkışın, en coşkulu sıfatlarla verilmesini isteyecek.
Bu manşette kimse aradığını bulamayacak.
Onun için belki birkaç günün geçmesi, aradan nehirlerin akması, duyguların dinlenmesi gerekiyor.
Bugün için söylenecek en kuru ama belki de en doğru laf budur.
"Nobel bir Türk’ün"...
* * *
Bugün yapmamız gereken şey de belki eleştirilerimizi söylemek. Ama cumhuriyet kuşaklarının Nobel alan bir Türk yazarı yetiştirdiğini unutmamak.
Nazım Hikmet’in, Yaşar Kemal’in fazlasıyla hakedip de alamadığı Nobel Edebiyat Ödülü’nü bir başka Türk yazarın alması hepimiz için gurur kaynağı olmalıdır.
Bu gururu bizler de taşıyabilmeliyiz, bir zamanlar "düşünce özgürlüğü mağduru" olduğu düşüncesine kapılan Orhan Pamuk da taşıyabilmeli.
Gerçekleri çarpıtma pahasına kendi ülkesine yönelttiği eleştirilerin hiç olmazsa bir bölümünü, tarihi tartışmayı bile hapisanelik haline getiren sözde demokrat ülkelere karşı da yapabilmelidir.
Onu ilk kutlayanlardan biri Yaşar Kemal oldu.
Demek ki, büyük aydın olmak için ille de Nobel gerekmiyormuş.