"DÜNYANIN en sevgiyle bağlanılan markası nedir?"Size bu soruyu sorsam, bana ne cevap verirsiniz?
Herkesin "aşkla bağlandığı" bir markası vardır.
Kiminin bir araba markası, kiminin bir müzisyen.
Kiminin bir ülke, başka birinin gıda veya ne bileyim bir giyim markası.
Bu soruyu geçtiğimiz günlerde katıldığım bir "Marka" konferansında sordular.
Konferansın konusu "Lovemarks", yani "sevgi markalarıydı".
Sıra bana gelince, "Şimdi size dünyanın en sevgiyle bağlanılan markasını açıklıyorum" diye başladım ve cümlemi şöyle tamamladım:
"Dünyanın en müthiş, en sevgiyle bağlanılan markası Ertuğrul Özkök’tür."
Herkesin yüzündeki hayret ifadesini herhalde tahmin edebiliyorsunuz.
Ancak bir "megaloman" kendinden bu kadar emin bir ifadeyle, böyle bir şey söyleyebilirdi.
* * *
Konuşmama şöyle devam ettim:
"Bu sözleri Hürriyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni veya yazarı olarak söylemiyorum. Hatta genel yayın yönetmeni olmasaydım, bu iddiamı çok daha yüksek sesle haykırabilirdim."
Ben şuna inanıyorum:
Bir insanın hayatta en iyi yönetmesi gereken marka, kendi ismidir.
Her insan, kendi ismini, kimliğinin bir parçası olarak "en sevilen", "en başarılı" marka haline getirmeye çalışmalıdır.
Çünkü, o isim, bize ait olan her şeyi ifade eden en yüksek markadır.
Ve bu söylediklerimin şöhretle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
* * *
1980’li yıllarda, Madonna’nın "True Love" şarkısını çok severdim.
Aynı yıllarda Cyndi Lauper’in "True Colors"ını da büyük keyifle dinlerdim.
Bazılarının burun kıvırdığı bu iki genç şarkıcı, bana gelmekte olan yeni dünyanın estetik arayışlarının en çarpıcı ipuçlarını veriyordu.
Cyndi Lauper kayboldu.
Madonna ise kariyerini ve ismini çok başarılı biçimde yönetti.
Geçenlerde Madonna’nın "tasarım" alanına girdiğini okudum.
Üstelik bunu, son yıllarda dikkatimi en çok çeken tekstil markalarından biriyle yapıyordu.
Ürünlerini "H&M" markası altında pazarlayan bu şirket, bana göre harikalar yaratıyor.
Pazar stratejisini, önce çok genç ve çok ucuz bir moda yaratmak olarak belirledi.
Bu stratejisiyle dünyanın en ünlü caddelerinde, lüks ve pahalı eşya satan mağazalar arasında, bir "giyim demokrasisi" vahası yaratmayı başardı.
"Haute couture"ününiter cumhuriyetleri halindeki bu caddeleri, üç beş yıl içinde bir tür ticari federalizme çevirdi.
* * *
"H&M"ninikinci stratejik adımı ise üç yıl önce, bu defa, "haute couture"ün en pahalı marka isimlerini, ucuz ürünler için tasarım yapmaya ikna etmek oldu.
Bunun ilk adımını Karl Lagarfeld ile attı. Böylece 20-30 dolara Lagarfeld tarafından tasarlanmış ürünler satmaya başladı.
Sonraki yıllarda bunu başka ünlü tasarımcılar izledi.
"H&M" şimdi Madonna’nın tasarımlarıyla yoluna devam ediyor.
Dün merak edip "H&M"nininternet sitesine girdim.
"Designed by Madonna" markası altında bir sanal alışveriş yeri açmışlar.
Orada "Collections" adlı sanal salonda dolaştım.
Bu ürünler 22 Mart’ta H&M mağazalarında satışa giriyor.
"Collections" bölümünün, "Accessories", yani aksesuvar bölümünde dolaşırken, üstten ikinci rafta bir ürün dikkatimi çekti.
Siyah şapkaya benzeyen bu ürünün üzerini tıkladım.
Karşıma ne geldi biliyor musunuz?
Bir türban.
Evet, Madonna tarafından tasarlanmış bir türban.
Üstelik "Turban" adı altında pazarlanıyor.
Fiyatı da 12.90 dolar.
* * *
Dünya, dini bir sembol olarak türbanı tartışırken, bu nesne, hızla modanın kulvarlarına giriyor.
Madonna, bir trend káşifidir.
Kendi tasarladığı giyim eşyası içine türbanı soktuysa, biliniz ki dünyada bir şeyler değişiyor.
Ben de eski bir sosyolog olarak bu gözlemimi aktarıyorum.
Türbanı dini bir sembol olarak kullananlar buna sevinmeli mi, üzülmeli mi?