Thomas Mann'ın şezlongu

BAŞUCU kitabım "Tonio Kröger"in yazarı, şu oturduğum masadan aşağı baktığında acaba neler hissediyordu?

Thomas Mann’ın belki hayatının en mutlu dönemi değildi.

20’nci yüzyıl başının "ince hastalığından" mustaripti.

Kendimi onun yerine koyup anlamaya çalışıyorum.

Yarı yatırılmış bir şezlong, üzerinde bir battaniye.

Eminim gözleri aşağıda uzanan vadide, karşıda yükselen karlı dağlardaydı.

Thomas Mann, o günlerde "Büyülü Dağ"ı yazıyordu.

Verem bedenini boşaltırken, o ruhunun en derin yerlerini bir ailenin serüveni haline getiriyordu.

Ve ben orada, bir zamanlar sanatoryum olan binanın Davos vadisine bakan salonunda, tam da onun oturduğu yerlerde oturup düşünüyordum.

* * *

Gerçekler dünyasına inmeyi bütün hayatı boyunca reddetmiş ruhum için bundan şanslı bir tesadüf olabilir miydi?

Ipod’umda Mahler’in "Ölmüş çocuklar şarkısı" çalıyordu.

Dame Janet Baker söylüyordu.

Cuma günü öğle vaktiydi.

Kar yağıyordu.

Bir şişe muhteşem Sciassia açmıştım.

İçimdeki ben, narsisizmin dayanılmaz davetine icabet edip kendini çırılçıplak aynada seyrediyordu.

Ve halinden çok memnundu.

Aynada görünemeyen hayalim beni baştan çıkarıyordu.

* * *

Davos’un Belvedere Oteli, bana hep Thomas Mann’ın "Venedikte Ölüm" romanının geçtiği oteli hatırlatır.

Orada da 19’ncu yüzyıl sonu, 20’nci yüzyıl başının, her şeyini kaybetmekte olan aristokrasisinin hüzünlü portrelerini görürüm.

Belvedere’nin "Ducam" salonu, benim Hürriyet’teki odam kadar bir yer.

Cuma akşamı orada az sayıda insanın katıldığı çok özel bir davetteydim.

Davetin ev sahibi İngiltere Başbakanı Tony Blair, Microsoft’un sahibi Bill Gates ve şarkıcı Bono’ydu.

Afrika için yaptıkları çalışmaları bize anlatmak istiyorlardı.

Bu arada davetlilerden de biraz söz etmeliyim.

Prens Andrew oradaydı.

Kennedy ailesinin üçüncü kuşağından iki kişi vardı.

ABD başkan adayı John Kerry ve medya imparatoru Rupert Murdoch da davetliler arasındaydı.

* * *

Bono’
yu son defa üç yıl önce Dublin’de Dünya Yayıncılar Birliği Genel Kurulu’nda dinlemiştim.

Orada yüz yüze konuşma imkánımız olmamıştı.

Bu defa konuştuk.

Üzerinde siyah bir tişört ve ceket vardı.

Biraz kilo almıştı.

Saçlarını kısa kestirmişti.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Bono, eskisine göre çok daha çekici bir erkek.

Karizması çok daha kuvvetli.

Hiç usanmadan, bıkmadan herkese Afrika ile ilgili çalışmalarını anlatıyor.

Son derece mütevazı; ama o kadar motive.

Konuşurken insanın kollarına, omuzlarına dokunuyor.

Vücut dilini çok iyi bilen bir insan.

Yani şeytan diyor ki, kadın olsam...

* * *

Bild Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann’a, kendi eliyle çok güzel bir desen çiziyor.

Daha doğrusu bir kaligrafi yapıyor.

"Koekzistans", "birlikte yaşama" kelimesini Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan sembolleriyle anlatıyor.

Tam sohbet ederken salona çok güzel bir kadın giriyor.

Bono hemen yanımızdan ayrılıp ona doğru gidiyor ve elinden tutarak yanımıza getiriyor:

"Ürdün Kraliçesi Rania."

Yine Afrika konusuna dönüyoruz.

"Lütfen bizlere yardım edin" diyor.

Bu arada çok ünlü bir politikacıyla arasında geçen konuşmayı anlatıyor.

Politikacı, Afrika çalışmaları için ona, "Bundan para kazanıyor musun?" diye sormuş.

Yüzünde müthiş bir hayret ifadesiyle anlatıyor.

"Hayır, kazandığım tek şey motivasyon. İnsanlara yardım etme motivasyonu" diyor.

Cuma gecesi, Bono’nun niye bu kadar karizmatik bir insan olduğunu bir kere daha anladım.

Hepimiz onu izlemeye devam edeceğiz.

* * *

Oradan Tony Blair’in yanına gidiyorum.

Yine sempatik, yine kendinden emin, yine aynı derecede muzip.

Bir gözlemimi aktarmadan geçemeyeceğim.

Bu adam iktidara ilk geldiği günlerde çocuksu bir havaya sahipti.

Şimdi ayrılırken yine çocuksu bir havaya sahip. Ama bütün kalbimle söylüyorum ki, çok etkileyici aurası var.

Onun Amerika’da Bee Gees’ten Robin Gibb’in evinde tatil geçirme duygusunu İngiliz gazeteciler anlamayabilir, ama ben o kadar iyi anlıyorum ki.

Hele hele Thomas Mann’ın şezlonguna uzandıktan sonra.

Bono, "Size bir müjdem var. Tony, başbakanlıktan ayrıldıktan sonra eski orkestrasını yeniden kuruyormuş" diyor.

Tony Blair ise "Bu bir müjde mi, yoksa eyvah mı" diye dalga geçiyor.

Ben kendimi tanıtınca, "Evet hatırladım. Parti kongresi sırasında benimle mülakat yapmıştınız" diyor.

Sonra Başbakan Erdoğan’la ilgili bir soru soruyor.

Ama bu konuşma off the record olduğu için yazamıyorum.

* * *

Bill Gates
ise Afrika için yapılan sağlık ve aşı yardımlarının bilançosunu anlatıyor.

Milyonlarca kişiye verem ve malarya aşılarının yapıldığını söylüyor.

Bu partide gerçek Davos ruhunun ne olduğunu çok iyi anlıyorum.

Burası bir Babil Kulesi.

Dünyanın en ünlü insanları birbirlerine birinci isimleriyle hitap edip kollarına, omuzlarına dokunarak konuşuyor.

Bana göre Davos, dünyayı savaşamayacak hale getiren bir Babil Kulesi.

Bir gün bakacaksınız, siyasiler, askerler "Haydi savaşa" diyecek; ama kimse savaşa gitmeyecek.

Evet böyle bir dünya geliyor.

Oradan çıkıp Google’ın partisine gittim.

Tıklım tıklımdı.

İki genç adamın kurduğu bu harikulade sistem, hayatımızın nereye gittiğini gösteriyordu.

* * *

Dün cumartesiydi.

Davos’ta kar yağıyordu.

Yine yukarılara Thomas Mann’ın şezlonguna gittim.

Onun ölümü beklediği şezlongdan aşağılara baktım.

Kavgalarımız, birbirimizi kırıp geçirdiğimiz konular bana o kadar banal, o kadar bayağı ve aşağılayıcı geldi ki...

Tekrar aynamın önüne geçtim, ruhumu çırılçıplak soydum ve narsist arzularımı sonuna kadar tatmin ettim.

Aynada görünmeyen hayalimin ne kadar güzel olduğunu hissedip yoluma devam ettim.
Yazarın Tüm Yazıları