Paylaş
Aradan 2 veya 3 saat geçti ve birden yüzümün hafiften kabarmaya başladığını hissettim.
Yüzüm, losyona karşı alerjik reaksiyon vermeye başlamıştı.
Keza deodorant...
Böylece, her insanın en ayırıcı özelliklerinden biri olan “koku”, daha doğrusu hoş rayiha hayatımdan çıktı.
İzmir’de lise yıllarımda Old Spice ve Right Guard’la başlayan “ten kimliğim” bir günde silinip gitti.
Sabun kokularına kaldım.
Yüzüme sürebildiğim tek şey, limon kolonyası oldu.
* * *
Her erkeğin sevdiği kadına ait çok kuvvetli üç imzası vardır.
“Yüz bin kadın arasından tanıyıp ayırabilirim” diye övündüğü kokusu.
O koku, ten ve kullandığı parfümün oluşturduğu rayihadır.
Sonra seyir duygusu.
Seyredilen bedeninin bıraktığı görsel imza.
Onu da yüz bin kadının arasından ayırırsınız.
Ve tabii ki kişilik, zekâ, sohbet, kendini bırakma, erkeği etkileme biçimi.
Her kadın, erkeğinin kokusunu tanır.
Hiç unutmaz.
O koku, insanı çağırır, davet eder.
Hatırlatır.
Arattırır...
* * *
Hayatım antialerjik losyonları aramakla geçti.
Hiçbirinde tenime mana verecek, onu başkalarının gözünde farklılaştıracak kudreti göremedim.
Onu başaramayınca, nihilist bir duyguyla, tenimin kendi kokusunu öldürmeye, yok etmeye uğraştım.
Kokusuz bir bedenle yataklara girdim.
Cinayet delillerini yok etmeye çalışan bir katil gibi, her sabah, hiçbir yatağımda kendime ait iz kalmasın diye, “temizlikçi” titizliği ile çalıştım.
Sonra bir baktım ki, arkamda hatırlanacak hiçbir dağınık yatak kalmamış.
* * *
Anladım ki, koku, insanın en hakiki nüfus cüzdanı.
İnanç hanesine, din yerine, “yaşamak” yazdırmış insanların “modus operanti”si.
Günahkâr bir ruhun işlediği seri cinayetlerden geriye kalan en kudretli imza.
Koku kaybolunca, seri katil gidiyor.
Geriye alelade bir maktul kalıyor.
Kimsesizler mezarlığında bile kendine küçük bir çukur bulamayacak, isimsiz bir maktul.
Kokusuz insan.
Soğuk beton üzerindeki bedenini kim teşhis edebilir ki?
* * *
Yıllar sonra bir gün Washington’da dolaşırken talkı, yani pudrayı keşfettim.
Sıradan bir parfüm dükkânının, sıradan bile sayılmayacak raflarından birinde duruyordu.
Eften püften bir markası vardı.
İçinde beyaz bir toz.
Alıp otele geldim.
Bedenimi talkla vaftiz ettim.
Hayret alerji kapımı çalmadı.
Artık bedenimin bir kokusu vardı.
Tenimin kokusuyla birleşip bana ait bir rayiha yaratan bu sıradan ve ucuz koku, beni kimsesizler mezarlığından kurtardı.
“Koku” filmini işte bu yüzden beş defa seyrettim.
Katil çocuğun, yarattığı parfümü içine çekerken yüzüne oturan ifadeyi kare kare hafızama kaydettim.
Filmin son sahnesinde kadınlar tarafından, bir histeri ayiniyle paramparça edilmesini ve bir rayiha peygamberi gibi sonsuzluğa terfi etmesini seyrederken kalbim her defasında hızla atmaya başlar.
İşte bu yüzden havaalanlarına erken giderim.
Alerjik reaksiyonları bile göze alıp, kadın-erkek ayrımı yapmadan, bütün parfümleri kolumun küçük noktalarına dokundurarak içime çekerim.
Tanımaya ve unutmamaya çalışırım.
Bazılarını yıllar geçse de hatırlarım.
Bazılarını ise yıllar geçmese bile çıkaramam.
Her defasında anlarım ki, koku hiç gitmez.
Kalır, hatırlatır, çağırır, davet eder.
İlahi bir emir gelir, eliniz raflara uzanır.
Artık o kokuyu alacak kimseniz kalmasa bile, kutuyu alır, evirir çevirir, okşarsınız.
* * *
Sonra evinize dönersiniz.
Fukara banyonuza bir şişe limon kolonyası ve bir kutu talk pudrası kalmıştır.
O alelade teçhizat her sabah size hatırlatır:
Siz de alelade bir görünmez adamsınızdır.
Paylaş