Paylaş
Benim en deli holiganım öldü, küçücük bir çift sütunun yok muydu ona ayıracak.
Moda, en çılgın çocuklarından birini kaybetti, iki satırı hak etmez miydi.
40 yaşındaydı ve Vivenne Westwood kadar çılgınlığı o kadarcık yıla sığdırmıştı.
Alexander McQueen öldü Vahap.
21’nci yüzyılın ilk moda dâhisi çekti gitti.
Biliyorum, “Yerim yoktu” diyeceksin, “Ekonomiyi ne ilgilendirir” diyeceksin.
Sakın deme; bak dün Wall Street Journal’ın, Yunanistan krizinden sonraki ikinci manşetiydi, benim çılgın varoş çocuğum.
* * *
Sana da teessüf ederim Melis.
Biliyorum, “Kelebek erken basıldı” diyeceksin.
Eminim bugün yarın ondan söz edeceksin.
Sen London School of Fashion’dansın, o ise Saint Martin College’den diye kötü taraftarlık yapmayacaksın.
Olsun, yine de teessüf ederim.
Hiç olmazsa açıp bana başsağlığı dileyebilirdin.
Sana da teessüf ederim Ayça;
Biliyor musun, o da senin gibi scuba diving delisiydi.
Bir gün hayallere, ikinci gün okyanusların, Kızıl Deniz’lerin renklerine dalardı.
Bütün gazetelere teessüf ederim.
21’inci yüzyılın ilk dâhisi 40 yaşında öldü ve bir Versace muamelesi göremedi.
Modanın holiganıydı o.
Dâhiydi.
Daha okuldayken master tezi olarak hazırladığı koleksiyonun tamamını İngiltere’nin en önemli moda uzmanı Isabella Blow satın almıştı.
27 yaşında Fransız Givenchy’nin baş tasarımcısı oldu.
Hani Audrey Hepburn’ü hâlâ gözlerimizin önünde tutmayı başaran modaevinin.
Hem de öyle böyle değil, Galliano’nun yerine.
Londra’nın Kahramanlar’ından, Kasımpaşa’sındadı.
Taksi şoförü çocuğuydu.
Kenar mahallelerden gelip metropolleri fetheden bir “Avustralyalı”ydı.
Belki de ondan fark edemedik.
Belki de ondan bir türlü aramıza almadık.
* * *
Önceki gün karanlık bir günümdeydim.
McQueen’in ölüm haberini okurken, tesadüf ya, internetten girdiğim radyoda Boy George’un “Craying Game” şarkısı çalıyordu.
Meğer ne kadar hüzünlü, ne kadar da ağlayan, ağlatan bir şarkıymış.
Boy George’u ne kadar özlemişim.
Farklı insanlara ne kadar hasret kalmışım.
Alexander McQueen’i düşündüm.
Beni allak bullak eden o sürüngen tasarımlarını hatırladım.
Sinan Ali geldi aklıma.
“Duvarda iyi kalpli dinozor gördüm” diyen, o hayretle bakan gözlerini hatırladım.
Artık ortalara fazla çıkmayan Rıfat Özbek’i özlemişim.
* * *
3 Şubat günü annesini kaybetmiş.
Hayatının travmasını yaşamış.
Twitter’da “Yine de hayat devam etmeli” diye yazmış.
Bundan 4 gün sonra ise şunları eklemiş:
“Feci bir haftaydı. Arkadaşlarım olağanüstüydü. Ama ben kendimi buradan çıkarmalı ve bitirmeliyim.”
Londra’daki evinde her şey bitti.
Doc Martin ayakkabılarıyla herkese nanik yapan, modanın holiganı, tasarımın punk’ı, belki de kendine en yakışanı yaptı.
Genç öldü...
* * *
Odamda yapayalnızdım.
Gayri ihtiyari bir güç irademi yok etmiş, her şeyi otomatiğe bağlamıştı.
Üniversiteme döndüm, Cyndie Lauper’ın “True Colors”ını buldum.
1980’lerde o rengârenk kitsch’i dünyanın en sahici romantizmi haline getiren, o cümbüşten olağanüstü bir masumiyet çıkaran simyacı kızı defalarca dinledim.
Hayat bana, insanlara şaşırmamayı öğretmişti.
Şimdi kendi kendime, şaşırılacak hayalleri keşfetmeyi öğretmem lazım.
“Craying Game” filminin o insanı allak bullak eden sahnesini tekrar gözümün önüne getirdim.
Sonra bir tevekkül beni aldı ve götürdü.
Beni şaşırtacak tek tük insan da genç yaşta başını alıp gidecekse, bu tenha dünyada bana hayat diye ne kalacak?
Arta kalan zaman bana ne vaat ediyor?
Sadece genç hüzünler mi...
* Vahap Munyar: Hürriyet Ekonomi Servisi Müdürü
* Melis Alphan: Kelebek Moda Yazarı
* Ayça Aktan: Gündem Sayfaları Editörü
Paylaş