Paylaş
Genç adam, kandilini kutlamak üzere, babasını ve amcalarını aramaya hazırlanırken, önüne Resmi Gazete konur.
Gazetede, “Muzır Kurulu” diye bilinen kurulun aldığı karar yer almaktadır.
“Harakiri” adlı bir dergi çıkarmaktadır ve Muzır Kurulu dergiyi 3 açıdan “suçlu” bulmuştur.
“Evlilik dışı ilişkiyi teşvik”, “Tembelliği teşvik” ve “Maceraperestliği teşvik.”
Gençleri bu 3 muzır şeyden korumak lazımdır ve karar alınmıştır.
Dergiyi çıkaran gencin adı Kutlukhan Perker’dir.
Ve o an çıkardığı dergiyi kapatma kararı alır.
Muzır Kurulu’nun gerekçelerini okuyunca, bu gencin “marjinal bir iş yaptığına” inanırsınız değil mi?
Gelin öyleyse bu “marjinal” sanatçının hayat hikâyesine bir bakalım.
Kutlukhan Perker, İstanbul’da doğmuş büyümüş bir genç.
Aile, Türkiye’nin birçok bölgesinde rastlayabileceğimiz türden bir aile.
Anne tarafı CHP’li.
Baba tarafı ise günün moda deyişi ile “muhafazakâr”.
Oğluna Kutlukhan adını veren bir baba; kesin demesek bile büyük bir ihtimalle hangi siyasi görüşe sahiptir?
İyi tahmin ettiniz.
Baba Aytekin Perker, 11 Eylül öncesi MHP’nin Üsküdar ilçe başkanlığını yapmış.
O dönemi hatırlayın. Türkiye’nin sokakları bölünmüş, her gün 3 sağdan, 5 soldan insanın sokak ortalarında katledildiği günler.
Yani, babası MHP’li olan bir çocuğun, her gün babasını kaybedeceği korkusuyla yaşadığı günler.
Ama aile ilginç...
Kutlukhan’ın dayısı Ankara’da oturan bir öğrenci. Adı, İbrahim Saracoğlu.
Sol görüşlere sahip. Babası öldüğü için Ankara’da dedesinin yanında yaşıyor.
Hafta sonları İstanbul’a gelip, teyzesinin evinde kalıyor.
Yani MHP ilçe başkanının evinde.
Kutlukhan o günleri anlatıyor.
“Akşamları salonda otururduk. Ancak televizyonda haberler başlayınca, ayrılırdık. Çünkü ölüm haberleri gelmeye başlayınca duygular harekete geçerdi. Solcu dayım odaya çekilir, böylece kavga da çıkmazdı.”
Ya “ülkücü baba”?
“Hep okumamı teşvik ederdi. Ona kitap alması için liste verirdim. Solcu kitaplar vardı listede. Alır getirirdi.”
Geçen pazartesi günü Radikal gazetesinde onunla yapılmış bir mülakat okudum.
Bana öyle iyi geldi ki anlatamam.
Çünkü, çıkardığı dergiyi, hem de başarılı olduğu halde, kendi eliyle kapatmak zorunda kalan bir genç olarak öyle sakin konuşuyordu ki.
Belki çok üzülmüş, çok kızmıştı.
Ama sözlerinde öfkenin zerresi yoktu.
“Biz uç noktalarda gezinen insanlar değiliz” diyor. “Underground bir dergi yapmıyoruz” diyor. “Sırf suçlandık diye bu işin bayraktarlığını niye yapalım” diye soracak kadar sakin ve mantıklı.
Medyada köşe başlarında, sosyal sitelerde insanlara karşı estirilen azgın suçlamaları, küfürbazlığı; o öfkeyi ve intikam şehvetini hatırlayınca, bu sözler insana çok iyi geliyor.
Unutmayın bu genç adam, New York Times ve Wall Street Journal gibi, dünyanın en saygın gazetelerinde çiziyor.
Aynı zamanda Heavy Metal ve MAD gibi dergilerde de çiziyor.
Türkiye’de giderek artan bir kutuplaşma var ve bu kutuplaşma, artık insanların ötesine geçip kurumlara sirayet etmeye başladı.
Bundan en büyük zararı da yargı görüyor.
Bu yazıyı şundan yazıyorum.
Birbirimize bakarken, biraz hayat hikâyelerimize, aile bağlarımıza da bakmalıyız.
Çünkü o hikâyelere baktığımızda, akraba görüntüler, duygular görebileceğiz.
Sokaktaki kutuplaşmayı aile içine sokmamayı başaran bir “sosyal koza” hepimize çok iyi gelecek olağanüstü bir meditasyon imkânı açabilir.
Çünkü orada karakterimizle ilgili duygusal izler bulacağız.
“Mini etekli kız inançlı olamaz”, “Başörtülü kız modern olamaz” önyargısını kırmak için, sıradan aile hikâyelerine ihtiyacımız var.
Çünkü Türkiye’nin gerçeği, “homojen” önyargılarımızda değil, işte bu “kozmopolit” çelişkilerde yatıyor.
Hepimizin içinde bir “insan” var. Ve onu mutlaka keşfedip, zihniyet iktidarına taşımalıyız.
Bu karikatürü kim yayınlayabilir
KUTLUKHAN Perker, mülakatında şu karikatürü anlatıyor.
Bir yanda Filistinli çocuklar İsrail askerlerine taş atıyor, öteki yanda ise İsrailliler bu taşlarla bina yapıyor.
Bir savaşın “sosyal ekonomisi” bu kadar güzel, bu kadar çarpıcı anlatılabilir.
Kutlukhan’ın yorumu daha da önemli:
“Bu karikatür New York Times gazetesinde yayınlanmaz. Ama onu yayınlayacak başka gazete veya dergi vardır.”
İşte “medya özgürlüğünün” temel varsayımı.
Bizde epey bir süredir şöyle bir anlayış yerleştirildi. “Bir köşe yazarının köşesi onun malıdır ve istediği her yazıyı yazar.”
Böyle sonsuz, sınırsız bir özgürlük anlayışı yok.
Tam aksine, gazetelerin, istediği politikaları benimseme, istemediklerine karşı çıkma özgürlüğü var.
Bir gazete, istediği haberi, köşe yazısını veya karikatürü yayınlayıp yayınlamama konusunda özgürdür. Kimsenin ona; “Şunun bunun yandaşı” demek hakkı yoktur.
“Yandaş” olmak, en büyük demokratik haklardan biridir.
Gazetenin hesap vereceği yer, hukuk ve okurlarıdır.
Ancak şöyle çok önemli bir demokratik gerçek daha var.
“Yandaş” olma hakkının bulunduğu yerde, onun Siyamlı ikizi, “muhalif” de olabilmektir.
Önemli olan, gazetelerin politikalarını kendi özgür iradeleri ile benimsemeleri; hangi haberi veya yazıyı yayınlayıp yayınlamama kararını kendisinin alabilmesidir.
Tabii bir de öteki var.
Yani o karikatürü yayınlayacak mecraların olması.
New York Times’ta yayınlanmayan bu karikatürü Amerika’da, Avrupa’da yayınlayacak çok sayıda gazete ve dergi var.
Paylaş