Sperm kelimesinden uyarılan varsa

SORU: “Niye durmadan maraza çıkarıyorsunuz?”

CEVAP: Maraza çıkarmıyorum. “Şeylere” farklı bakıyorum. Bakmaya çalışıyorum.

Haberin Devamı

-  “İlle de farklı mı olmak gerekir?” 
-  Hayır, gerektiğinde farklı bakabilmeyi bilmek, en önemlisi de baktığını söyleyebilecek kadar cesur olabilmek gerekir diye düşünüyorum.
-  “Farklı bakabilmek cesurca bir şey mi? Bir tür “zıpırlık” da diyemez miyiz?
-  Sen ne dersen, neye inanırsan o. Bana göre cüretkârlık. Çünkü feci şekilde “cemaatleşmiş”, “kamplaşmış”, “cemaatlerin esaretine girmiş” aşiret mensubu yazarlar döneminde yaşıyoruz. Mesleğimiz bir tür “tribalizm”in tasallutuna uğradı.
SIKIYORSA CEMAATİN ‘ŞERİATINDAN’BURNUNU DIŞARI ÇIKAR BAKALIM
-  Bir yazarın “cemaatine” karşı çıkması çok mu zor?
-  Her şey ortada. Hadi sıkıyorsa “cemaatin” o koşulsuz biat isteyen “şeriatından” dışarı burnunu çıkar bakalım? Hadi Ergenekon davalarında yapılan insanlık dışı hataları eleştirebil; “Deniz Feneri savcılarını niye değiştirdiniz” diye sorabil.
-  “Şeriat” dediniz, “Hep dini terimlerle” konuşuyorsun. Sözünü ettiğin cemaatleşme bu mu?
-  Hayır, sağda solda, dini kesimde, laik, liberal, ulusalcı kesimde, her türlü “cemaatleşmeden” söz ediyorum. Bir tarafta öyle de, beriki tarafta farklı mı? Hadi orada da farklı bir şey söyle, Erdoğan’ın şu yaptığı doğru de.
BASINDA ŞÖHRET OLMANIN EN KOLAY YOLU MAALESEF HÂLÂ ÇÖLAŞANLAŞMA     
-  “Köşelerde yeni ‘Çölaşanlaşma’ döneminin başladığını söyledin. Neden eski Çölaşanlar eleştirilirken yenileri türüyor?”
-  BİR; Şöhret olmanın en kısa yolu ona buna küfretmekten, lakap takmaktan, kendini “Tanrı’nın kılıcı” hissedip, sadece ben dürüstüm, geriye kalan herkes namussuz demekten geçiyor.
İKİ; Çok eskiler bizlere, birilerinin yerine geçmek için önce eskilerinin yıkılması, tarumar edilmesi gerekir diye öğretmiş. Tabu yıkmayı, insan harap etmek olarak benimsettirmiş.
-  “Nasıl oluyor bu?”
-  Yöntemi çok basittir ve anında sonuç alırsın. Önce kendine okkalı birkaç “target” (Türk Dil Kurumu da bertaraf edildiği için bu kelimeleri artık rahatça kullanabilirim. Hedef demek.) seçersin. Sonra kendini ilahi bir savcı ve yargıç ilan edip onları mahkûm edersin. Sonra infaza başlarsın. O insanlara meşrebine uygun lakaplar takarsın. Sonra da taşları eline alıp recme başlarsın.
TAŞLAYACAK VİCDANSIZ VARSA SEYREDEN VİCDANSIZ DA VARDIR
-  “Böyle feci bir yöntemin seyircisi var mıdır?”
-  Tarihe bak. Arenalara, idam meydanlarına, darağacı, giyotin altlarına; recm meydanlarına bak. Her dönem epey seyircisi vardır. Taşı atacak vicdansız varsa, seyredecek daha çok vicdansız da vardır.
-  “Hangisi daha kötü?”
-  Ben seyreden derim. Çünkü atan, sonunda onun sorumluluğunu da alıyor. Tarih Hallac-ı Mansur’u hâlâ yaşatıyor. Ama onu taşlayanları unuttuk bile. Seyredenleri ise zaten hiç bilmedik. Onlara genel olarak, giyotin altında yün ören “tricoteuse”ler diyoruz. Anonim yani.
BARLAS TAŞLAMAYI SEÇMİŞ, BEN DE TAŞLANMAYI SEÇMİŞİM
-  “Mehmet Barlas, sizi pornocu ilan etti. Cevap bile vermediniz.”
-  Neyine cevap vereceğim? Onun da bir köşesi var benim de. Ben taşlanmayı seçmişim, o ise taşlamayı. İkisi de kendince birer tarz, üslup.
-  “Ya pornoculuk?”
-  Yazdığım o yazıyı porno olarak okuyan varsa, kendi bileceği iş. Ben, bütün dünyanın gözünü diktiği, dünya kamuoyunun büyük çoğunluğunun ‘Mutlaka yapmıştır’ dediği bir davada, savcıların yaptığı çok titiz çalışmayı anlattım. Yazdığım metin de mahkemeye sunulan ve bütün dünyanın suçlu ilan ettiği bir insan hakkındaki davanın düşürülmesini sağladı. İçimden “Keşke bizde de savcılar ve hâkimler bu kadar titiz çalışsa” dedim.
SPERM KELİMESİNDEN UYARILAN BİR İNSAN İÇİN NE DİYEBİLİRİM
-  “Sperm, meni, vajina sıvısı” gibi kavramları kullanmak zorunda mıydınız?
-  Ben iyi bir CSI filmi izleyicisi, polisiye okuyucusuyum. Seyrettiğim, okuduğum her yerde bu kelimeler rahatlıkla kullanılıyor. Ortaokullarda ve liselerde çocuklara ders olarak okutuluyor. Bir insan, bu kelimelere bakıp uyarılıyorsa benim meselem değil.
-  “Bu yazıyı askeri darbelere bağlamasına ne diyorsunuz?”
-  Diyorum ki, herhalde mesleki geçmişinde 12 Eylül askeri darbesiyle ilgili çok tatsız bir hatıra var. Onları unutturmak için ‘cambaza bak’ yapıyor. Bence fena bir taktik değil. Yutacak saflar, inanmayı menfaatine uygun görenler, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ zihniyetinde olanlar var oldukça, bu taktikler de etkili olacaktır.
YA İKİMİZ DE ÇOK MEDENİYİZ YA DA İKİYÜZLÜ VE SAHTEKÂR
-  “Başkalarına cevap vermiyorsun, Barlas’a niye verdin?”
-  E, okuduğum bir insan. 12 Eylül’de çok farklı yerlerdeydik ama Özal döneminde aynı yolları birlikte yürüdük.
-  “Şimdi neden böyle oldu?”
-  Geçmişte Çölaşan’dan çok çekti. Şimdi Çölaşanlaşma hakkını kullanıyor diye düşünüyorum. O zaman da hak veriyorum.
-  “Karşılaştığınızda yolunuzu değiştirir misiniz?”
-  Zaman zaman karşılaşıyoruz. İkimizde de hiç öyle bir hal yok. Hatta ilk elini uzatan ben oluyorum.
-  “Nasıl oluyor da bunca yazıdan sonra böyle yapabiliyorsun?”
-  Valla ister medeni insanlar de, ister ikisi de ikiyüzlü ve sahtekâr. Ben birincisi olduğumuza inanıyorum.
FEHMİ KORU İLE TAHRİR MEYDANI’NA GİTMEK İSTERDİM
-  “Basından açılmışken bir de Fehmi Koru meselesi var? Onunla program yapmanız söz konusu oldu mu hakikatten?”
-  Yeni Şafak’tan gazeteci bir arkadaşı ile Bodrum’da Aydın Bey’i ziyaret etmişler. Yeni Şafak’taki arkadaşımız, ‘Keşke Fehmi Bey’le Ertuğrul Bey, Barlas’la Kongar gibi bir program yapsalar demiş. Aydın Bey bana bunu böyle anlattı.
-  “Siz ne dediniz?”
-  Yapmam dedim tabii ki.
-  “Neden?”
-  E kim Barlas olacak, kim Kongar hocam. Ben bazen biri oluyorum bazen öteki. O zaman programın ne tadı olur, ne anlamı.
-  “Sakın Fehmi Koru’ya olan kırgınlığınızdan olmasın?”
-  Katiyen. Hayatımda kimseye karşı kızgınlığım kalıcı olmadı. Hatta Mısır’daki Tahrir Meydanı olayları sırasında içimden ‘Keşke bir gazete veya televizyon bize teklif etse de, gidip bu olayları birlikte izlesek ve yazsak’ diye geçti. Ahmet Hakan’la yaptığımız Umre gezisi mesleki hayatımda en çok tatmin duyduğum şeylerden biriydi.

Haberin Devamı

ŞİMDİKİ AYRANLAR DAHA GÜZEL

Haberin Devamı

ŞU mübarek bayram gününde bir kere daha haklı çıktım.
Dün, Milliyet gazetesinde Güngör Uras’ın köşesinde bugünün sütlerinin ve ayranlarının geçmiştekilerden farkını anlatan çok ilginç bir yazı okudum.
Bir süredir ayran fanatiği oldum. Türk Hava Yolları’nın iç hatlarında değişmez içkim ayran.
Çünkü Türkiye’de olağanüstü ayranlar yapılıyor.
Benim yaşımda, hatta daha küçük yaşlardaki çok insandan işittiğim en basmakalıp yargı şu:
“Eskiden her şey daha güzeldi.”
Hayır kardeşim iki şey dışında eskiden hiçbir şey daha güzel değildi.
Hava ve deniz daha temizdi.
Önce ekmekler bozulmadı. Tam aksine önce ekmekler güzelleşmeye başladı.
Peynir daha güzel. Süt de yoğurt da...
Şarap daha güzel.
Lambalı müzik setleri, vinil plaklar daha güzeldi demek büyük bir yalan. Buna inanmak ise sadece hoş bir nostalji.
O nedenle, “Shuffle döneminin yeni yazarları da, eskilerinden çok, çok, çok daha iyi...”
Yeni yazar derken, kendini yenileyebilmiş yazarları, bir türlü “eskiyemeyen” yazarları da buna dahil ediyorum.
Kafaları eski doğmuş genç yazarları da o listeye koymuyorum.
O nedenle, 1980’li yıllarda çok tartışılan bir kitapla “Elveda” dediğim başkaldırı ruhuma yeniden kavuştum.
İşte bu ruhla, “Bayram özel” programıma başlıyorum.
Bir yanım soruyor, öteki yanım cevap veriyor.
Biraz hepimiz gibiyim yani.
Hem o’yum, hem bu...
Sırf şunu kanıtlamak için.
“İki ruhluluk, ille de ikiyüzlülük değildir.”

Yazarın Tüm Yazıları