Paylaş
Tanıdığım bir kişi geçen hafta iş için Sofya'ya gitmiş. Dönüşte havaalanında, Bulgaristan siyasetinin önemli simalarından biriyle karşılaşmış.
Türkiye'deki cumhurbaşkanlığı seçimini sormuş.
Dostum, ‘‘İnşallah seçilir’’ deyince Bulgar siyasetçi şu cevabı vermiş.
‘‘Demirel'in seçimi belki sizin için önemli olmayabilir, ama bizim için çok önemli. Çünkü bizi NATO'ya o sokacak.’’
Doğru.
Demirel, bu bölgenin istikrarı açısından da önemli bir aktördü.
* * *
Bu kampanya hem Demirel, hem Ecevit için zor geçti.
Her ikisi de hiç hak etmedikleri eleştiriler, hatta hakaretlere maruz kaldılar.
Demirel bütün hayatını siyasi mücadele içinde geçirdi.
Geldiği her yere mücadeleyle, seçilerek geldi.
Meclis'te kendisine ve Ecevit'e ağır suçlamalar yapan bazı yeni milletvekillerinin davranışlarını yadırgadım.
O nedenle onlarla ilgili düşüncelerimi aktarmak istiyorum.
İsimlerini vermeyeceğim.
Bazıları yakından tanıdığım, bugüne kadarki çalışmalarını beğendiğim insanlar.
Mesela onlardan biri...
Televizyona çıkıp, açık oylama üzerinden Ecevit ve Demirel'e yükleniyor.
‘‘Bunun adı kabile demokrasisidir’’ diyor.
Şöyle biraz geriye gidiyorum.
Bu sözleri söyleyen siyasetçinin müktesebatına, siyasi mazisine bakıyorum.
Mazisi çok kısa.
O koltuğa nereden, nasıl gelmiş malum.
Genel başkanı listenin üst sıralarına adını yazmış.
Bunu yaparken o bölgede yıllardır siyasi mücadele yapan teşkilat insanlarının hakkı yenmiş, yok sayılmış.
* * *
Seçim kampanyası sırasında bölgesine kaç kere gitmiş, sonradan oraya dönmüş mü belli değil.
İşte o seçim ‘‘demokratik’’ oluyor.
Ama yıllardır tırnaklarıyla politika yapan Ecevit açık oy isteyince onun adı ‘‘kabile demokrasisi’’ oluyor.
Peki bu durumda o milletvekilinin mensubu bulunduğu partinin demokrasisine ne diyeceğiz?
‘‘Aşiret demokrasisi mi’’
Bu milletvekili kim diye sormayın.
Herhangi biri. Bir prototip.
Bir başkasına geçeyim.
Meclis'te gidip Anayasa değişikliği için imzasını vermiş.
* * *
İmza insanın bir anlamda sözüdür.
Sonra gidip o imzanın tam aksi yönde oy kullanmış.
Bu davranış ‘‘ahlaki’’ oluyor.
Ama ‘‘Madem imzanızı açıkça, isminizle verdiniz. Gelin oyunuzu da böyle açık verin’’ diyen insanların davranışı ‘‘gayrı ahlaki’’ oluyor.
Burada bir ölçü, bir standart, ne bileyim bir izan var mı?
* * *
Dün televizyonda Ecevit'i izlerken üzüldüm.
Onu yıllardır tanıyorum. Belli ki canı çok sıkkın.
Bazı arkadaşlarımız Demirel'in seçilmesini ‘‘dar bir çıkar çevresinin istediğini’’ yazıyorlar.
Söyler misiniz, Ecevit'in bu işten ne gibi bir çıkarı olabilir?
Bütün hayatı boyunca siyasetten hiçbir menfaat beklememiş, sadece vermiş bir insanın bunca yıldan sonra ne beklentisi olabilir?
Bütün hayatı boyunca bir lokma, bir hırka, biraz kitap, biraz şiir ve sadece siyasetle yaşamış bir insan, hangi menfaat uğruna böylesine tertemiz bir maziyi kirletir?
Yaşlılıkmış...
Mitterand siyasetin zirvesinde öldüğü zaman bir delikanlı mıydı?
Amerikan halkına, Vietnam'da kaybettiği özgüveni veren Reagan o tarihlerde genç bir aktör müydü?
Churchill İngiliz halkını ‘‘Size gözyaşı vaat ediyorum’’ diyerek savaşa davet ettiğinde 65'inde değil miydi?
Muzaffer komutan olarak savaşı kazandığında, 70'ini geçmemiş miydi?
Ve İnönü 80'li, 90'lı yaşlarında bu ülkenin hálá bir denge unsuru değil miydi?
* * *
Bütün gençliğim Demirel karşıtı görüşleri savunarak geçti. Ecevit bana daha yakındı.
Ama bugün bütün samimiyetimle inanıyorum ki, Türkiye her ikisine de çok şey borçludur.
Ne yazık ki siyasette hissiyat ve önyargı aklın önüne geçtiği zaman, vefa dediğimiz o en insani duygu tarumar oluyor.
Evet bu yazıyı yazdığım saatlerde Meclis'te oylama devam ediyordu.
Ve benim hissiyatım da buydu.
HİSLERDEN AKLA
Oylamadan önceki açıklamada Ecevit beni endişelendirmişti.
Ancak oylamadan sonra sağduyunun gereğini yaptı.
Hükümet yoluna devam ediyor. Umarım, yeni cumhurbaşkanının seçimi de aynı sağduyu ile yapılır ve Türkiye istikrarını korur.
Paylaş