ÖNCE bir medya dedikodusuyla başlayayım.Daha doğrusu dedikodu değil de gerçek bir olayla.
Dün gazetenin sabah toplantısında hepimizi üzen bir tartışma yaşadık.
Kadın arkadaşlarımızdan biri toplantıyı terk etti.
Tartışma, benim Hrant Dink’in katiliyle ilgili yorumumla başladı.
* * *
Günlerden beri televizyon televizyon dolaşıp hep şunu söylüyorum:
"İnşallah, bu gerçek bir örgüt işi çıkar. Eğer birbirini dolduruşa getiren mahalle kabadayıları ise işimiz daha zor."
Korktuğum başımıza geldi.
Kendi kendine misyon yüklenmiş, bir abinin dolduruşuna gelmiş, daha 20 yaşına gelmeden tam anlamıyla "looser", "tutunamayan" durumuna gelmiş bir genç.
Psikolojisini öyle iyi okuyabiliyorum ki.
Cinayeti işledikten sonra en önemli iki delili, silahını ve beyaz beresini atmamış.
Polis bile hayretler içinde.
Hiç kendi kendinize sordunuz mu: "Niye bunları atıp delilleri yok etmemiş?"
Cevabı çok basit. Trabzon’a dönüyor.
Orada arkadaşlarına övüne övüne, "Hrant Dink’i ben öldürdüm" diyecek.
Büyük bir ihtimalle arkadaşları, "Atma lan" diyerek dalga geçecekler.
Yani inandıramayacak. İşte o nedenle delillerini de getiriyor.
Sırf arkadaşlarını ikna edebilmek için.
* * *
Beni işte bu ruh hali korkutuyor.
Örgüt olsa, devletin istihbarat birimleri, güvenlik güçleri onu çökertir.
Ama burada neyi çökerteceksiniz? Mahalleyi veya bir şehri mi?
Toplantıda işte bunu anlatıyordum.
Diyordum ki, "Bu işi çözmek istiyorsak, hepimiz empati duygularımızı geliştirmeliyiz. Mahalledeki o çocuğu da anlamaya çalışmalıyız. İkinci Cumhuriyetçi fikirlere sahip birisi, kendisi için ’Vatan haini’ ifadesinin kullanılmasından rahatsız oluyorsa, başkalarının da başka ifadelerden rahatsız olabileceğini düşünmelidir".
Mesela, milliyetçiliğin çok kötü bir şey olduğunun sürekli vurgulanmasından.
Artık hepimiz kendimize çekidüzen vermeliyiz.
Hepimiz, nefret üreten ifadelerden, düşmanlık üzerine siyaset yapmaktan, yazı yazmaktan vazgeçmeliyiz.
Bunları anlatıyordum.
Bazı arkadaşlarımız, Hrant Dink’i şahsen tanıyorlardı.
Bugün, bunları konuşmanın zamanı olmadığını söyleyip tepki gösterdiler.
Ben o tepkiyi çok iyi anlıyorum.
12 Eylül öncesinde çok arkadaş kaybettim.
Kendim öldürülmekten çok korktum.
* * *
Belki bu yazıyı cenaze kaldırıldıktan sonra yazmalıydım.
Ama kaybedecek bir saniyemiz bile yok.
Toplum olarak büyük bir felaket kapımızda.
Anadolu’nun şehirlerinde, varoşlarında bu nefreti üreten bir iklim büyüyor.
Bugünden itibaren bu nefreti nasıl söndürebiliriz ona bakmalıyız.
Ben sadece fikrimi söylüyorum.
Artık bu ilkel "suçlama kültüründen" kurtulmalıyız.
İnsanları Ali Kemal’ler, vatan hainleri, Artin’ler, şunlar bunlar diye suçlamaktan vazgeçmeliyiz.
Ama öteki taraftakiler de ülkesini, bayrağını seven her insanı "ırkçı faşist" olarak etiketlendirmekten vazgeçmelidir.
* * *
Çok ciddi bir "varoş psikopatlığı" hepimizi tehdit ediyor.
Dün bir rahipti. Bugün bir Ermeni vatandaşımız.
Yarın içimizden bir başkası.
Varoş psikopatları, artık kan ve şöhret kokusunu aldı.
Bunu önlemek için neşteri derinden vurmalıyız.
Başkasını suçlamadan önce, kendimize vurarak.
Evet, dürüstsek ve çözüm istiyorsak işe buradan başlamalıyız.
Tecavüzcü ve bombacı
ÖNÜMÜZDE iki olay var ve bunlardan biri yanlış.
İzmir’de bebeğe tecavüz eden şahsa jet yargılamayla 21 yıl hapis cezası veriliyor.
Trabzon’da çocukların, bebeklerin gittiği bir hamburgerciye bomba koyan şahsa ise 6 yıl verilmiş.
Adam 10 ay yatıp çıkmış.
Sizce bunlardan hangisi yanlış?
Bence Trabzon’daki.
Üstelik 10 ay yatıp çıkan bombacı, daha sonra mahallesinden bir fanatiği azmettirip Hrant Dink’i öldürttüyse...