Paylaş
Övünüyor bununla...
Ben de diyorum ki:
“İyi, siyah bu kadar gurur verici bir renkse, partinizin adını niye ‘Ak’ yani ‘Beyaz’ koydunuz?”
Bir de tam tersi...
Yok, partinizin başındaki, “Ak” yani “Beyaz” bu kadar gurur verici bir renkse, o zaman “Beyaz” yani “Ak Türk” ifadesine niçin bu kadar kızıyorsunuz?
Evet soruyorum, “zenciliğe” yani siyahlığa atfettiğiniz değer bu kadar kutsalsa, partinizin adı niye“Kara Parti” değil?
O zaman “Beyaz Türk” lafına neden bu kadar gıcık oluyorsunuz?
Biri çıkıp, “Türk”ün başındaki “Beyaz” ile iktidar partisinin başındaki “Ak” aynı renktir,sakın kimse bizi enayi yerine koyup “Oradaki AK, Adalet ve Kalkınma’nın kısaltılmışıdır” demesin.
O zaman kendilerine “Öyleyse neden AK diye telaffuz edilmesini hem mahkeme hem baskı yoluyla sağladınız” diye sorarım.
Ne cevap vereceksiniz?
* * *
Son tartışmalar bize şunu gösterdi. Toplum olarak renklerin anlamı üzerinde bile görüş birliğimiz yok.
- “Beyaz” renk, AKP’nin başında olduğu zaman iyi...
“Türk” kelimesinin başında olduğu zaman kötü.
- “Siyah” kelimesi, “karapara” veya “kara ilişkiler” olarak kullanıldığında kötü, “zenci” ifadesi olarak “Türk”ün başına getirildiği zaman iyi...
* * *
Teklifim şudur.
Renk konusu yeni anayasaya da taşınmalıdır.
Öyle anlaşılıyor ki, yeni anayasada aidiyeti ifade eden bölüme “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes zenci Türk’tür” diye bir ifade koyarsak kimse itiraz etmez.
Çünkü bu “siyahileşme” “mazlumluğu” ifade ettiğine ve 10 yıldır iktidarda olup, Cumhuriyet tarihinin en muktedir iktidarını kurmuş olan AK Parti de, Kürtler de kendini mazlum ilan ettiğine göre, bu kelimeler çatı vatandaşlığın herkesçe kabul edilebilecek en üst ifadesi olabilir.
“Yaşasın zenci Türkler” deyip, “Kahrolsun beyaz Türkler” diye slogan atarsak, Türk kelimesini de tartışma olmaktan çıkarabiliriz.
Görüyorsunuz demokrasilerde çareler tükenmiyor.
Öyle bir korku var ki, herkes konuşmasına şöyle başlıyor
BÖYLE bir demokratik tartışma olabilir mi?
Türkiye, tarihinin en önemli sorunu için çözüm süreci tartışıyor ama herkesin üzerinde anormal bir baskı var...
Düşünebiliyor musunuz, bütün hayatını Kürt sorununun çözümüne adamış, bunun için ölüm tehdidi dahil, psikolojik bedellerin neredeyse tamamını ödemiş, andıçlanmış bir Cengiz Çandar bile, en küçük eleştirisine başlarken “Peşinen söyleyeyim süreci destekliyorum” demek zorunda hissediyor kendini.
Arkasından yazı boyunca üç defa daha aynı cümleyi tekrarlayarak, kendini korumaya çalışıyor.
Kimden?
Kendi cenahındaki bazı fanatiklerden.
Aynı Ergenekon ve Balyoz davalarında yaratılan terör estiriliyor.
Herkesin üzerinde bir balta kalkmış duruyor:
“Ya desteklersin ya da seni Ergenekoncu, darbeci ilan ederiz”.
Aynı balta şimdi buraya transfer olmuş:
“Ya süreci kayıtsız şartsız desteklersin ya da seni savaş yanlısı ilan ederiz”.
Kürt meselesini en iyi bilen ve çözümü için en çok bedel ödemiş insanlardan biri olan Cengiz Çandar bile en küçük eleştirisine “Süreci destekliyorum” cümlesiyle başlama zorunluluğunda hissediyorsa, bu politikaya karşı olmak alternatifi, fiilen ortadan kalkmış demektir.
ÖNEMLİ NOT: Ha ben bu sözleri yazıyorum diye sanmayın ki süreci desteklemiyorum. Tam aksine bütün gücümle destekliyorum...
GEÇEN akşam “Pi’nin hayatı” adlı filmi seyrettim. Filme bayıldım, bittim. Şu günlerde içinde bulunduğum ruh haline çok iyi geldi.
Beni en çok etkileyen sahne, filmin kahramanının, bir kurtarma teknesinde arkadaş olduğu Bengal kaplanının kendisinden ayrıldığı bölümü anlattığı sahneydi.
Bir adaya gelirler ve kaplan, ormana doğru yürür, bir süre durup bekler, sonra ormanda kaybolur. Filmin kahramanı ağlamaktadır ve o sahneyi daha sonra bir arkadaşına şöyle anlatır:“Ormana doğru yürüdü. Bir an durup bekledi. Dönüp bana bakacak diye umutlandım. Bakmadı ve gitti. Ağlıyordum. Ağlamamın sebebi, benden bu kadar kaba ayrılmasıydı. Oysa birlikte bir yaşanmışlık vardı. İnsanlar bazen bir birliktelikten sonra veda etmeye bile zaman ayıramıyorlar”.
İnsan ilişkilerinin en dramatik anlarından biri veda sahneleridir. Ne yazık ki çok az insan, vedaya estetik bir güzellik verebilir.
Çünkü ayrılık eşitsiz bir şeydir. Çoğunlukla bir giden vardır, bir de kalan, gidemeyen, terk edemeyen, dolayısıyla terk edilen.
Çoğu kez, bir taraf için daha ağırdır ve ona ıstırap verir. Istırap, estetiği düşünemeyecek bir insanlık halidir. O yüzden geleceği güzelleştiremez, geçmişi çirkinleştirir.
Oysa geçmiş güzeldir, gelecek ise yaşanmaya değerdir...
İşte o yüzden veda estetiği hepimize yakışan bir şeydir...
Kaba olmaması gerekir.
Yani, “estetik bir ıstırap” da mümkündür...
Paylaş