Paylaş
Biri çıktı dedi ki: “Camide içki içtiler...”
Caminin imamı “Yok böyle bir şey” dedi...
Ülkenin Başbakanı “Var” dedi...
Miting meydanlarında, öfkeli kalabalıklara bas bas bunu haykırdı...
Başbakan “Tak” deyince, emir telakki edip , “Şaak” diye yerine getirenler, caminin imamını içeri alıp 6 saat sorguya çektiler.
İmam, “Ben Müslüman’ım, yalan söyleyemem” dedi...
“Camide içki içtiler” diye ısrar ettiler.
Eşi kanser hastası olan imamı o camiden alıp sürdüler.
Yalan 6 ay boyunca devam etti. Öfkeli kalabalıklar 6 ay boyunca daha da öfkelendirildiler.
Hiçbir delil ortaya çıkarılamadı...
Ama yalan ve provokasyon devam etti..
Sonra bir gün, Türkiye’nin en muhafazakâr gazetelerinden birinin haber müdürü çıktı:
“Camiye bira şişesini sonradan koydular” dedi...
Yatsıya bile kalmadan sönmüş olan bir yalanın, öfke ve kinle üflene üflene alevlendirilmek istenen bir iftiranın son kavı da söndü.
* * *
Evet Türkiye tarihinin tanık olduğu en büyük yalan ve provokasyonlardan birinin üzerinden 6 ay geçti. Şimdi sormanın zamanı değil mi...
Kardeşim, bu iftira, bundan yarım asır önce “Selanik’te Atatürk’ün evini yaktılar” provokasyonundan daha mı masumdu...
* * *
Yine bundan tam 6 ay önceydi...
Bu ülkenin haysiyete susamış gençleri Taksim’e yürürken bir yalan ortaya atıldı.
-Dediler ki:
“Gezi’ye yürüyenler, hamile bir kadını, çocuğunun yanında dövdüler...”
İftira daha da ballı olsun diye ayrıntı bile verdiler:
-Dediler ki:
“Üstleri çıplak, askılı elbiseler giymiş bir grup dövdü...”
Olayın geçtiğini söyledikleri yerin tepesinde bir MOBESE kamerası...
-Çocuklar sordu:
“Nerede o görüntüler?”
-Gezi sonrasında, İstanbul’un binlerce MOBESE’sini tarayıp, 16-17 yaşında çocukları 17 yıl hapis istemiyle gözaltına göndermeyi başaran devletin yetkilileri cevap verdi: “O gün o kamera çalışmıyormuş...”, “Kırıkmış...”
Aradan tam 6 ay geçti...
Gezi’ye katılan her genci, Alevi mi değil mi diye bile ayırt edebilen, okulların müdürlerini, başöğretmenlerini muhbir vatandaş haline getirmeye uğraşan, onu bunu hâlâ fişleyen devlet, nedense o dayak sahnesine ait tek bir kanıtı ortaya koyamadı...
Şimdi sormanın zamanı gelmedi mi?
Kardeşim, o gün Gezi’ye katılan insanları karalamak için kurulan bu tezgâh, bu komplo, atılan bu iftira, bir zamanlar Kahramanmaraş’ta yapılandan daha mı masumdu...
Kim attı bu iftirayı? Kim yaydı miting meydanlarında? Kimler Kuran üstüne el basarak şahitlik yaptı...
Haddini aşmış savaş oyunlarını yargılayan, uydurma belgelerle, “Camiyi bombalayacaklardı” diye manşetler yapıp, müebbetlere mahkûm ettirdiğiniz o insanların sırtına yıkılan iftiralardan daha mı masumdu bu yapılanlar...
* * *
Ben bugün bunları korka korka soruyorum..
Yarın bir gün, bu ülkeye gerçek demokrasi, gerçek adalet ve vicdan geldiğinde, hiç başkaları daha yüksek sesle sormayacak mı zannediyorsunuz...
Yolu siz açtınız, bu ülkeye intikam, rövanş, kan davası ve vandettayı siz getirdiniz.
Dua edin de, ülkemize barış ve huzur gelsin, insanlar arasına ekilen bu nifak tohumları daha da yeşermesin, akıl, vicdan, medeniyet ve hukuk gelsin...
Gelsin ki...
Bu “Uzun bıçaklar gecesi” bir daha tekerrür etmesin...
Bunlar hangi eskinin alışkanlıkları yahu
ORTAYA belgeler çıkıyor...
AK Parti hükümeti 2004 yılında, 28 Şubat’takinin neredeyse tıpkısının aynısı postmodern kararlara imza atmış.
-Cevap hazır:
“Zamanın ruhu öyleydi... O imzalar durumu idare etmek için atıldı...”
-Ardından en müptezel fişlemeler ortaya çıkıyor.
Cevap hazır:
“Uygulamaya mı konmuş?”
-Diyorsunuz: “Uygulamaya konmayacaksa niye fişlemeye devam edilmiş?”
Cevap hazır: “Eskinin alışkanlıkları...”
İşte orada patlıyorum.
Hangi eskinin, kimin eskisinin kardeşim?
Bu ülkede tam 12 yıldır AK Parti iktidarı var.
Söyleyin bana, çok partili hayatta, yani 60 yıldır, AK Parti’den daha uzun süre kesintisiz iktidarda kalan bir parti var mı?
Rahmetli Adnan Men-deres’in hükümeti 10 yıl kaldı, sizinki 12 yılı dolduruyor...
Neyin eskisi, hangi eskinin alışkanlığı...
Sakın eskinin alışkanlığı, sizin yeni alışkanlığınız olmasın...
Rahatladım devlette münhal kadro yokmuş
HÜRRİYET’in geçen pazar günkü manşeti neydi?
“JİTEM ilanla eleman arıyormuş.”
Okurken küçükdilimi yutuyordum. “Yok artık” dedim.
Yahu bu JİTEM, “Derin devletin en feci gizli örgütü değil miydi?”
Şimdi hangi “derin devlet” ilanla eleman arıyor.
İnsaf artık, “Bu da mı eskinin alışkanlığı”.
Ben şu cevabı bekliyordum:
“JİTEM’e adam almışız da bir uygulama mı yapmışız?”
Meğer İşkur ilanına o da “sehven” girmiş...
21’inci yüzyılın e-Devlet’i, haber çıktıktan 72 saat sonra bu açıklamayı yaptı.
Anlayacağınız derin devlet “ilanla eleman aramıyor”.
Tabii fişlemeler tam gaz gittiğine göre bu “Münhal kadro yok” anlamına gelmiyor.
26 yaşında bir çocuk bu kadar şehri nasıl kaybeder
ŞİİRİN ağır abilerinden korkmasam başlığı “Cemal Süreya tadında bir Can Bonomo” diye atacaktım.
Huyum kurusun, sevgimi abartmadan anlatamıyorum.
Belli ki o da Cemal Süreya hayranı.. Önsöze onun cümlesini koymuş: “Şiir alışkanlıklara karşı bir yaylım ateştir...”
İşte Can Bonomo’nun kitabından “Hep aynı saati gösteren bozuk ruh halime” en uygun dizeler:
-“Otopsi gerekmez dedi doktor.
Kim varsa hayatınızda
Belli etmeden terkedin
Otopsi
Gerekmez dedi doktor
Galoşlarınızı kapıdaki sepete bırakın
Bara elveda deyin ve kendinizi defnedin”
* * *
-“Neye yaradı sonbahar
Başka başka evlerin pencerelerine konan kuşlar
Sevdaya dair işlenmiş çocuk erkil suçlar
Onca anı onca şehir yok oldular”
* * *
-“Sen o adamla uyurken üzerini benimle örtüyorsun ya
Ben çok üşüyorum.
Örtme...”
* * *
-“Aklıma biraz sen geliyorsun
Bir marş bulsak diyorum içimden coşkuyla
Bir arş bulsak yükselecek, yükselecek, yüksek
Şimdi ne zaman âşık olsam başka başkalarına
Senin bakışın bakış
değildir artık”
* * *
Okudum okudum, kendi kendime dedim ki...
Kendi deyişi ile henüz 26’sında bir “oğlan çocuğu”, bunca hüznü, terk edilmişliği, acıyı, arayışı, “Kime baksa hep onu görmeyi” bu kısacık hayata nasıl sığdırabilmiş...
(*) Can Bonomo, delirmek belirmektir, Esenkitap, 2013
Paylaş