Sıfırın tarihi veya sayılar balesi

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Önümdeki müthiş kitaptan okuyorum. Annemarie Schimmel'in ‘‘Sayıların Gizemi’’ adlı kitabından.

Bir solukta okuyup bitirdiğim kitap, beni buralardan uzaklaştırdı.

Madde ile soyut arasındaki no man's land'a götürdü.

Sayılar dans etti, ben seyrettim.

İşte bu müthiş kitaptan ve bu sayılar balesinden aklımda kalanlar.

* * *

Sevilla'Isidore, Miladi 600 yılında şöyle bir şey yazmış:

‘‘Bütün her şeyden sayılarını alın, bakın hepsi de nasıl mahvolacak.’’

O soyut álemde, ben de kendi kendime sordum.

Bir gün sayılar aniden hayatımızdan çıksa acaba ne olur?

Hatta bırakın çıkmayı, Borges'in o ünlü hikáyesindeki gibi bir gün sistem değişse, sıfırları 4 gibi yazmaya başlasak, acaba hayatımızda neler altüst olur?

Öyleyse nedir sayı dediğimiz, maddeyi ölçen bu soyut şekiller?

Agustin sayıları şöyle tarif ediyor:

‘‘Sayılar ilahi bilgeliğin formu, insan ruhunun tanıyabileceği şekilde dünyada var oluşudur.’’

Bu kadar soyut ama bu kadar gerçek bir sembole, ancak bu kadar soyut ve bu kadar gerçek bir tarif yapılabilir.

Gelin bu kapıdan sayılar dünyasına girelim.

Önce sıfırın tarihinden başlayalım.

Kelimenin arapçası, ‘‘sıfr’’.

Hiç düşünmemiştim. Ama Fransızca sayı anlamına gelen chiffre kelimesi meğer sıfr'dan geliyormuş.

Keza Almanca ziffer ve İngilizce zero kelimeleri de.

Fransızlar sayı kelimesini ifade etmek üzere acaba neden sıfır anlamına gelen bir kelimeyi almışlar?

Kendi başına hiçbir anlamı olmayan, ancak kendinden önce veya sonra gelen rakamlarla anlam kazanan sıfır, Ortaçağ'da karanlık ve engelleyici olarak niteleniyormuş.

Acaba onun bu tarafsızlığı mı sayı kavramına isim olmasını sağlamış?

Demek ki kendi başına hiçbir anlamı olmayan varlıkların, herkesi yöneten bir isim haline gelmesi, sadece insanlar dünyasına ait bir şey değilmiş.

* * *

Kitabın en çarpıcı bölümü bir rakamı ile ilgili olanı.

Bölüm şöyle başlıyor:

‘‘Bir, her sayıya nüfuz etmiştir. Bütün sayıların ortak ölçüsüdür. Bütün sayıları kendinde birleştirmiştir.’’

İşte bu yüzden bir, bütün tek tanrılı dinlerin en kutsal rakamı olmuştur.

Oysa Pisagor'cular onu sayı olarak dahi kabul etmezlermiş. Çünkü sayı, ‘‘birimlerin oluşturduğu bir toplamdır’’.

Bir ise bir sayı değil, bir yapıcı, yani anne'dir.

Hem dişi, hem erkektir.

Erkek bir sayıya eklendiği zaman, dişi sayı haline gelir. Dişi sayıyı ise erkek haline dönüştürür.

İşte o yüzden bir, bir ikincisi olmayan ilahinin simgesidir.

* * *

Bu tanrısal sembolizm yüzünden her sayı bir'le başlar.

Ve şu Yahudi şiirinde olduğu gibi bir'le biter:

‘‘Kim bilebilir biri? Ben, dedi İsrail, bilirim biri. Bir, göğün ve yerin üstündeki ebedi varlıktır.

Kim bilebilir ikiyi? Ben, dedi İsrail, ben bilirim ikiyi. Ahit tabletleri iki tanedir. Ama bir, göğün ve yerin üstündeki ebedi varlıktır.

Kim bilebilir on üçü? Ben, dedi İsrail, bilirim on üçü. On üç tanrısal sıfat vardır, on iki kabile, on bir yıldız, on emir, çocuğun doğumunu önceleyen dokuz ay, sünneti önceleyen sekiz gün, haftada yedi gün, Mişnah'ın altı kitabı, Yasa'nın beş kitabı, dört ana, üç ata, ahitin tableti iki tanedir. Ama bir, göğün ve yerin üstündeki ebedi varlıktır.’’

* * *

İki ise cinsiyet ve kötülüğün sayısıdır.

O nedenle insanı kararsız bırakır. Dinsel geleneklerde, ‘‘Ayrılma, mutlak ilahi birlikten ayrı düşme’’ anlamına gelir. Bazen iyi, bazen kötüdür.

O yüzden üç, ilk ve gerçek sayı olarak kabul edilir.

Lao-tzu belki de bu yüzden şu müthiş sözü söylemiş:

‘‘Tao, birliği oluşturur, birlik ikiliği, ikilik üçlüğü. Ve üçlük her şeyi oluşturur.’’

Tıpkı üç ayak üstünde oturan dengeli bir masa gibi.

‘‘Şimdi bunlara mı taktın’’ dediğinizi işitir gibiyim.

Asla...

Sadece ilginç bir kitap okudum.

Ve hayatım da değişmedi.

Ama maddi gerçeklerin dünyasından soyut bir áleme girdiğimde çok etkileyici bir sayılar balesi seyrettim.

O kadar...



Yazarın Tüm Yazıları