Paylaş
16 Numaralı C Major Piyano Sonatı’nı 1788 yılında yazdı.
Demek ki 32 yaşındaydı.
*
Kendisi bu sonata “Yeni başlayanlar için” demişti.
“Kolay Sonat” da denir...
Yani herkesin kolayca dinleyip çok keyif alacağı bir piyano sonatıdır.
*
Bugün pazar ve size bu sonatın geçen hafta çıkan bir yorumunu tavsiye edeceğim.
Çinli piyanist Lang Lang önceki hafta üç parçadan oluşan yeni bir albüm çıkardı.
Bunlardan biri Mozart’ın 16 Numaralı C Major Piyano Sonatıydı...
Bir haftadır sürekli bu parçayı çalıyorum...
Dünyanın dibe vurduğu, ırkçılığın ve fanatik milliyetçiliğin, dinbazlığın tavan yaptığı...
“Nefes alamıyorum” diye haykıran insanların nefessiz bırakıldığı...
Aslında dünyanın toptan nefes alamadığı, iflas etmiş, müflis 20’nci yüyzıl siyasetlerinin dizlerini bütün insanlığın boğazına bastırdığı şu günlerde, bana sığınabileceğim çok güzel bir liman açtı bu parça...
Olağanüstü yorumlamış Lang Lang...
Su gibi akıp giden bir parça...
*
Biliyorum, bazıları bana, o hiç sevmediğim ve atasözü olduğuna asla inanmadığım, Müslümanları aşağılamak için söylendiğine emin olduğum “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” lafını hatırlatacak.
Sıradanlaşmış bu vızıltılara karşı şunu söylemek isterim.
Allah’ın hiçbir kuluna “Ben klasik müzikten anlamam” bahanesi bırakmayacak kadar kolay, sakin, kibirsiz bir müzik bu...
Şahan Gökbakar’ın yeni yarattığı “Trolcü Şevki” karakterinin bile seveceği bir müzik.
Ve Şevki’nin bile sevmesi, ne Mozart’ı küçültür, ne bu müziğin insanlık seviyesini bir milim aşağı indirir...
Bugün evinden çıkabilen, çıkamayan herkese tavsiye ediyorum.
Nefessiz kalan şu dünyada, bir anlığına bile soluk almak isterseniz...
Naçizane tavsiyemdir.
NEREDE DİNLEYEBİLİRSİNİZ: Spotify, Apple Music, Deezer, Fizzy nerede olursa olsun şu isimle bulabilirsiniz:
Lang Lang...
Mozart... Piano Sonata No: 16 in C Major, K.545 “Sonata Facile”: 2. Andante
73 YAŞINDA BİR TÜRK’ÜN SULTANAHMET’E BAKIŞI
Her Türk gibi Osmanlı tarihinde “Kuruluş” ve “Yükseliş” dönemlerini gururla, “Gerileme” dönemini ise hüzünle okudum.
*
Yaşıtım Türklerin çoğu gibi, 1453 yılını, “İstanbul’un alınışı” olarak okudum, bu tarihe “ortaçağ”ı kapatan bir önem atfettim.
*
Ayasofya’nın önünden her geçişte, Hıristiyan âleminin yaptığı bu mabedin güzelliğine hayran oldum.
Sonra arkamı dönüp tam karşısındaki Sultanahmet Camisi’ne bakıp, Müslüman âleminin yaptığı bu binanın güzelliğine de hayran oldum.
*
Karşı karşıya duran bu iki eserin, inançların birbirine karşı saygısının dünyadaki en güzel sembolü olduğunu düşündüm.
Bununla da gurur duydum.
*
73 yaşında bir Türk olarak geçmişte İspanya’ya ne zaman gitsem, orada kiliseye çevrilmiş bir Endülüs camisi gördüğümde çok üzüldüm, hüzünlendim. Kendi adıma da üzüldüm, İspanyol milletinin adına da üzüldüm.
Ülkesinde binlerce kilisesi bulunan ve sırtını Cervantes’lere dayamış bir medeniyetin, Müslümanların yaptığı bir mabedi, Hıristiyan mabedine çevirerek ne kazanmış olabileceğini düşündüm.
Bulamadım...
*
Sonuçta bu yaşa geldiğimde, her medeniyetin ve her inancın insanlığa kendisinin kattığı eserlerle övünmesinin, gurur duymasının en güzel duygu olduğuna kanaat getirdim.
Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye artık insanlığın ortak kültürel varlığıdır...
Bunların üçünün de benim vatanımda bulunmasından ve ülkemin bu eserleri bize bir emanet gibi görüp, kuruluş amaçlarına saygı göstererek korumasından dolayı gurur duydum.
OKYANUS ORTASINDAKİ BİR GEMİYE İSTANBUL’DAN YÜKLENEN YARASA
Bugün, sizin bu yazıyı okuduğunuz saatlerde, Atlantik ortasındaki bir gemi New York Limanı’na doğru seyrediyor.
Tahminen üç-beş gün içinde yükünü oraya indirecek.
Gemiye İstanbul’dan yüklenen konteynerlerden birinde şu gördüğünüz yarasa var. Bu bir “Hint meyve yarasası”...
Ama hayvanın kendisi değil, bir fotoğrafı.
Fotoğraf bir kitabın içinde.
Konteynerdeki kitaplar dünyaca ünlü yayınevi Phaidon tarafından hazırlanmış.
Ama kitabın asıl sahibi MET, yani dünyanın en ünlü müzelerinden Metropolitan Museum of Art.
MET bu yıl kuruluşunun 150’nci yıldönümünü kutluyor.
Kitap işte 150’nci yıl dolayısıyla hazırlandı. İçinde müzedeki eserlerden çok güzel bir seçme var. Bunlardan biri de fotoğrafta gördüğünüz 18’inci yüzyılda yaşamış Hint sanatçı Bhawani Das’a ait olduğu sanılan bir tablo.
Gelelim okyanusun ortasındaki gemiye.
Bu kitap, İstanbul’da Ofset tarafından basıldı. Yani dünyanın en prestijli müzelerinden birinin, çok önem verdiği bir yıldönümü için çok prestijli bir yayınevi tarafından hazırlanan çok özel kitabında İstanbul’un da çok önemli bir katkısı var.
*
Buna benzer bir başka gemi de bundan bir ay kadar önce yine İstanbul’dan çok özel iki yük aldı.
Şimdi onları da anlatacağım.
İLK GEMİDEKİ YÜKÜN 150 YIL ÖNCE BAŞLAYAN HİKÂYESİ
1884 yılının ekim ayında Amerika’nın Washington şehrinde tarihin en önemli konferanslarından biri yapıldı. Adı “Uluslararası Meridyen Konferansı”ydı...
Bu konferansta Londra’nın Greenwich semti, dünyanın başlangıç meridyeni olarak belirlendi. Ama bunun hepimizin günlük hayatı bakımından en önemli özelliği, uluslararası bir saat ve zaman kavramını yaratmasıydı.
Dinlerin etkisinden kurtarılmış herkes ve bütün dünya için geçerli saat ve zaman kavramı o konferansta doğdu.
*
Dünyanın en ünlü müzelerinden biri olan MET, işte bu konferanstan 14 yıl önce, 1870 yılında kuruldu.
MET’in bu yılki ana sergisinin konusu ise “About Time: Fashion & Duration” (Zaman Hakkında: Moda ve Kalıcılık) olacaktı.
Yani geçiciliği, dönemselliği ifade eden “moda” kavramı ile kalıcılığı ifade eden iki kelimeyi yan yana getirecekti.
Ancak nisan sonunda açılması beklenen bu sergi koronavirüs yüzünden ertelendi.
Bir ihtimal ekimde açılacak.
Ve MET bunun albümünü yayınlamaya karar verdi.
VERSACE
İki günden beri bu şahane kataloğu okuyor ve fotoğraflarına bakıyorum. Kitap, yukarıda anlattığım “İlk Meridyen Konferansı” ile başlıyor.
Çünkü küresel ve seküler zamanın bulunuşu aynı zamanda “modern tarihin” de başlangıcı...
İstanbul’dan kalkan ilk geminin konteynerlerinden bazılarında New York’ta korona yüzünden açılamayan bu serginin katalog kitapları da vardı.
MADONNA’NIN O KORSESİ ARTIK TARİHE GEÇTİ
Met 1937 yılında “Kostüm Enstitüsü”nü kurdu.
Enstitünün elinde bugün 33 bin parça eser var.
Bunlar arasında Channel’den Dior’a, Yves Saint Laurent’den Azzeddine Alaia’ya, Alexander McQueen, Watanabe ve Iris Van Herpen’e kadar yüzlerce tasarımcının olağanüstü eseri var...
Her yıl 4 koleksiyon yapan ve parasını modanın geçiciliğinden kazanan insanların, zamana karşı böylesine güçlü biçimde direnen kalıcı sanat eserlerine dönüşmesi herhalde bu yüzyılın en güzel buluşlarından birisi oldu.
*
Serginin kataloğunda beni en çok sevindiren ise Madonna’nın 1990’da “Blonde Ambition” dünya turunda giydiği Jean-Paul Gaultier tarafından tasarlanan ve bizim neslimizin göz hafızasına kazınan korse de bu serginin parçalarından biri oluşu.
Onun hemen yanında 1950 yıllarında yapılmış bir korse konmuş.
*
Bir ay önce İstanbul’dan kalkan gemiyle giden kitaplar şu an New York’ta satılıyor.
Ve onlar da İstanbul’da Ofset matbaalarında basıldı.
NOT: Aynı gemide dünyanın en ünlü fotoğrafçısı Robert Mapplethorpe’un şu an New York’ta satışa çıkan harika albümü var.
Üstelik önsözünü de Patti Smith yazmış... Çok cesur, çarpıcı, etkileyici, zaman zaman irkiltici fotoğraflar...
BİR HİTCHCOCK FİLMİNDE 48 YIL ÖNCE GÖREMEDİKLERİM
HITCHCOCK’un “Vertigo” filmini seyrettiğimde İzmir’de 16 yaşında bir lise öğrencisiydim.
Filmden aklımda sadece bir Hitchcock gerilim hikâyesi kalmıştı.
Geçen hafta bu filmi yeniden seyrettim. Meğer aklımda hiçbir şey kalmamış.
*
Jeneriği bugün için bile çok modern sayılabilecek bir estetikle hazırlanmış.
İç ve dış dekorlar, objelerin kullanımı, bir yandan Visconti estetiğine, bir yandan da modern Amerikan popart sanatının görsel özelliklerine sahip.
Film yer yer bugün yeniden gündeme gelen “Psychedelic thriller” havasında.
*
Filmde özellikle kadınların görünümü, kıyafetleri, aksesuvarları insanın gözüne bugün de çok modern gelen tasarımlara sahip.
1961’DE BİR ERKEĞE ASKISIZ SUTYEN NASIL ANLATILIR
FİLMDE en dikkatimi çeken ise askısız bir sutyen üzerine yapılan konuşma oldu.
Filmin erkek kahramanının sevgilisi ressam. Evinde sanat eseri gibi duran bir sutyen var.
Erkek kahraman elindeki bastonla işaret edip “Bu nedir” diye soruyor.
Sevgili, “Sutyen, bunları bilmen gerek. Artık kocaman çocuksun” diyor ve devam ediyor:
“Devrimci şekilde alttan destekli. Ne omuz askısı ne sırt askısı var ama bir sutyenin her işlevini yerine getiriyor. Konsol köprü prensibine dayanıyor.
Bir uçak mühendisi tarafından, boş zamanında, hobi olarak
tasarlanmış.”
Erkek kahramanın buna tepkisi ise şu oluyor:
“Aşk hayatın ne âlemde Midge?”
Paylaş