Sayın Başbakan kaldırın şu korkuyu

BU fotoğrafı bayram sonrası dönüşümde odamda buldum.

Akhisar Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı göndermiş.
Fotoğrafta önde oturan kadın annem.
Kucağındaki ise benim.
Arkada oturanlar teyzelerim, akrabalarım.
Arabayı Ali Osman Aladağ isimli bir akrabamız kullanıyor.
Akhisar böyle bir yerdi; Bulgaristan göçmeni ailem işte böyle insanlardı.
1951 yılıydı, çok partili hayat başlamıştı ve yoksul ama, umut dolu, korkusuz günlerdi.
* * *
Geçen hafta pazartesi akşamı, Coca-Cola şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Muhtar Kent’in Atlanta kentindeki evinde bir yemeğe davetliydim.
Dört kişi dışında, yemeğe katılanların hepsi yabancıydı.
Tabii ki akşamın konusu Türkiye idi.
Masamda İtalya’nın büyük işadamlarından biri oturuyordu. Ona, İtalya’da ekonominin neden birden bozulduğunu sordum.
“Liderlik eksikliği” diye cevap verdi ve devam etti:
“Bugün Avrupa’da iki lider var. Biri Merkel, öteki Erdoğan. Bütün Avrupa gerçek siyasi lider eksikliğinin sıkıntılarını yaşıyor.”
Konuştuğum Amerikalılar öğretim üyesi ve halkla ilişkiler dalında çalışan insanlardı./images/100/0x0/55eabe82f018fbb8f893eddf
Hepsi Türkiye’den hayranlıkla söz ediyorlardı.
Ama hepsinin dikkatini çeken bir başka şey daha vardı.
Türkiye, giderek otoriterleşen, baskıcı rejime dönüşen bir imaj veriyordu.
* * *
Hepsi Erdoğan’ı çok beğenmekle birlikte, otoriterleşme eğilimlerini de eleştiriyorlardı.
O günden beri düşünüyorum.
Bu kadar başarılı siyasete imza atmış, adını daha şimdiden dünyanın siyaset panteonlarına yazdırmış bir siyasetçinin, giderek otoriterleşen böyle bir görüntüye ihtiyacı var mı?
Baskıcılığı giderek artan bir rejim görüntüsü onu rahatsız etmiyor mu?
İnsanlık halidir, hiçbir lider, otoriterleştiğini fark etmez.
Kendini fark etmeyince, onun adına berbat işleri yapanları da fark etmez.
Ama şurası bir gerçek ki, Türkiye’de, en kritik anlarında Erdoğan’ı destekleyen bir aydın kesimi yavaş yavaş bu durumu sorgulamaya başladı.
“Erdoğan’ın artık onların desteğine ihtiyacı yok” diyenler çıkabilir.
Unutmamalıyız ki, büyük ideallerle siyasete gelen insanlar, sadece “iktidar anları” için yaşamazlar.
Bir de geriye bırakılacak olanlar vardır. Arkamızdan söylenecekler...
Mesela, Türkiye’yi Avrupa Birliği standartlarına taşımak...
Mesela askeri vesayeti bitirmek...
Mesela ekonomide cesur kararlar almak, ülkeyi sakin limanlarda tutabilmek...
Bunların hepsi, Erdoğan’ın bugün de, ileride de hayırla anılacak icraatıdır.
Peki ya, giderek otoriterleşen, baskıcı bir rejimin mimarı haline dönüşen imajı?
Basın özgürlükleri, düşünce hürriyetleri...
İşinden olan, sürgüne giden gazeteciler...
Cezayı bile aşan tutuklamalar, cezaevlerinde hayatını kaybeden insanlar...
Çöküş döneminde bile, Osmanlı sınırlarını bir karış vermeden koruyan Abdülhamid’den bugün ne hatırlıyoruz?
Saray muhbirlerini, jurnalleri, sürgüne giden aydınları...
* * *
Erdoğan benim gözümde büyük bir siyasetçi. Yaptıklarının yüzde 70’ini hayranlıkla izliyorum.
Bir Türk vatandaşı olarak, bunun nemalarından ben de fazlasıyla yararlanıyorum.
Gurur duyuyorum.
Ama bir yanıyla da büyük endişeler taşıyorum.
Ve soruyorum: “Bu büyük işleri başaran Erdoğan’ın böyle baskıcı bir rejime ihtiyacı var mı...”
Hayır yok... Kesinlikle yok.
* * *
Neticede, hepimiz Anadolu’nun bu küçük kasabalarından, kenar mahallelerinden geldik.
Geldiğimiz yer belli.
Ve artık gideceğimiz yeri de düşünmemiz gereken yaşlara ulaştık.
Hayatımızın sonunda, kasabaların bu eski püskü atlı arabalardan inip, içimize neşe ve keyif verecek atlıkarıncalara binip, eğlenmek istiyoruz.
O nedenle, Sayın Başbakan...
Lütfen Türkiye’nin yüreğindeki bu büyük korkuyu, üzerine giderek abanan bu kara örtüyü kaldırın...
Emin olun, korkusuz, hür, düşünce özgürlüklerini sonuna kadar yaşayan, adil bir Türkiye sizin değerinizi çok daha iyi bilecektir.
Bu korkuyu kaldırdığınız zaman göreceksiniz ki, yaptıklarınızı takdir eden Türklerin ve Kürtlerin oranı yüzde 50’nin çok üstündedir.
Yazarın Tüm Yazıları