Paylaş
Bizi ikinci bir balkon konuşmasıyla uyutmuyorsa, bu mükemmel fırtınayı atlatmak için Makyavelizm yapmıyorsa...
Evet yanındayım...
Yanındayım. Çünkü burası bir devletse eğer, eğer demokrasi ile yönetiliyorsa, gerçek bir hukuk devleti olacaksa...
Ve yargının içinde “Cemaatçi” bir örgütlenme varsa, hemen çökertilmelidir....
Hukuk devletinde “Cemaatçi” yargı olamaz.
Amaaa...
“Tayyipçi” bir yargı da olamaz...
Yani sen...
Yani onun düzeninin yerine senin düzenin geçecekse...
Yolsuzluk soruşturması başlattı diye bazı savcıları işten atıp, yerine kendi adamlarını getireceksen...
Ben, yani vatandaş açısından tehlike aynen devam ediyor demektir.
***
Diyorsan ki: Devletin içinde bir başka devlet, polisin içinde bir başka polis var...
Arkadaş, o polisten ben de şikâyetçiyim.
Diyorsan ki:
Orada da bir “Cemaatçi” yapılanma var....
Arkadaş, o yapılanmadan ben de şikâyetçiyim.
Diyorum ki:
Çökert kardeşim... Yanındayım...
Burası devletse, o da bu devletin polisiyse...
“Cemaatin polisi” olamaz.
Ama kimsenin “benim polisim”i de olamaz.
Bu ülkenin gencecik çocuğunu öldürdüğü zaman, kimse de ona sahip çıkıp “Destan yazdı” diye bağrına basamaz, göğsüne madalya takamaz.
***
Arkadaş...
Madem senin de canın fena yandı, senin de canına tak etti...
Etti ve “Devleti yeniden inşa edeceğim” diyorsun, hadi o zaman hep birlikte Maliye’ye de girelim. Bakalım var mı orada da bir devlet içinde devlet, devlet içinde bir çete?
Otelini yaralı insana açtı diye koskoca bir mükellefinin üzerine Azrail gibi çöken bir “yapılanma” varsa eğer...
Onun adamıdır, bunun adamıdır demeyelim, babamızın oğlu bile olsa, o çeteyi de çökertelim.
***
Samimiysek eğer, gerçekten yeni bir Türkiye istiyorsak, yakamızı, şahsiyetimizi, şu yüzde 49 küsur afra tafrasından kurtardıysak...
Eğer bundan böyle kimse çıkıp “Benim polisim”, “Benim savcım”, “Benim maliyecim” deme cüretini gösteremeyecekse eğer...
Modern, çağdaş, demokrat bir Türkiye istiyorsak eğer...
Yanınızdayım...
Neden mi...
Çünkü Silivri hücrelerinde hayatını kaybedip de arkasından “Seni çok iyi bilirdik” diye haykırdığımız, hâlâ o hücrelerde yatıp da, Allah gecinden versin, bir gün son yolculuklarında arkasından iç rahatlığıyla “Seni çok iyi bilirdik’ diye haykıracağımız, birçok insanın bu yargıdan, bu polisten neler çektiğini gördük, yaşadık...
O yüzden varız...
***
Ama artık Cemaatçi devletle, Tayyipçi devlet arasında bir tercih yapmak da istemiyoruz.
Devlet gibi devlet, demokrasi gibi demokrasi, adalet gibi adalet istiyoruz. Vatandaş gibi vatandaş olmak istiyoruz.
Malımızı, canımızı, ama ondan da önemlisi hayat tarzımızı güvence altında hissetmek istiyoruz.
Kaderimiz, onun bunun elinde; alın yazımız şu cemaatin, bu kibrin iki dudağı arasında kalsın istemiyoruz.
Artık tek adamlık, tek cemaatlik veya ikisi bir arada bir ortaklık ara rejiminde değil, çoğunlukçu, kuvvetler ayrımına dayalı, her siyasetçinin, her iktidarın haddini ve sınırlarını bildiği bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz.
***
Samimiysek, artık hepimiz bu rejimin gadrine uğramaya başlamışsak...
Herkesin elini devletin içinden çekme zamanı gelmiş demektir.
Başbakan’ın yüzünde gördüğümüz öfke, daha otoriter bir tavrın ifadesi değil de daha demokrat ve daha çağdaş, daha adil bir devlet arzusu ise...
Biz samimiyiz ve arkasındayız.
Yıkılsın o zaman bu devlet içindeki devletler... Ama önce yıkılsın bu korku devleti...
Hani o kararlar yok hükmündeydi
“28 Kasım...”
Bu tarih artık siyasi tarihimize geçti.
İşte ilk ispatı...
Yolsuzluk iddiasıyla operasyon başladı...
Daha 24 saat geçmeden 35 emniyet görevlisi işinden atıldı. Sizin de aklınıza gelmedi mi?
Hükümet 24 saat içinde bu 35 kişinin “Cemaatçi” olduğunu nasıl tespit etti?
Onların yerine getirdiklerinin “kendilerinden” olduğuna nasıl karar verdi?
Demek ki bu insanları fişlemişler.
Demek ki 2004’te altına imza attıkları Milli Güvenlik Kurulu kararları, başdanışmanın dediği gibi “yok hükmünde” değilmiş.
İnkâr ettikleri “Dana kesimine hissedar oldu” kayıtları doğruymuş.
Varmış ki, 24 saat içinde kim Cemaatçi kim kendilerinden yanadır buldular ve “gereğini yaptılar...”
Diyeceksiniz ki, başta verdiğin 28 Kasım tarihinin anlamı ne?
“2004’te MGK’da Cemaat’i bitirme kararlarının alındığı” haberinin Taraf gazetesinde yayınlandığı gün...
Türkiye’de her ara rejimin bir adı var. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 28 Kasım...
Nazlı Ilıcak; 12 Eylül 28 Şubat ve 28 Kasım
NAZLI Ilıcak’ı 1970’li yıllardan itibaren okumaya başladım. Solcuydum ve ona ifrit olmam normaldi.
Ama onun cesaretine ve birçok konudaki duruşuna hep saygı duydum.
Bu saygı zaman zaman hayranlığa dönüştü.
Merve Kavakçı’nın zamanın ruhunu zorlayan çıkışını tasvip etmedim, ama Nazlı Ilıcak’ın ona sahip çıkışını takdir ettim.
Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand hakkında hazırlanan andıcı o ortaya çıkardı.
Çok zor durumda kaldım, ama onun bu olayı ortaya çıkarmasını çok takdir ettim.
Sabah gazetesinde işine son verildiğini öğrendiğimde, onun mesleki arkeolojisine bir baktım. Üç dönemde, üç kere işini kaybetmiş.
Birincisi 12 Eylül...
İkincisi 28 Şubat..
Üçüncüsü de 28 Kasım dönemi...
Yani hep ara rejim dönemleri...
Sonuç:
Ara rejimler siyasetçilerden çok, demokrat yazarları vuruyor...
Paylaş