Paylaş
Hani “Shrek” filmindeki iyi kalpli devin âşık olduğu kadının ismi...
O bir Hipo...
Yani suaygırı... Hipopotam...
Şu sıralar bütün Amerika onu konuşuyor, ona gülüyor, onunla eğleniyor...
14.5 KİLO DOĞDU YAŞAMAZ DEDİLER
Fiona bu yılın 24 Ocak günü Amerika’nın Cincinnati şehrinin hayvanat bahçesinde doğdu...
Ama o prematüre bir suaygırı...
Annesi zamanından 6 hafta önce doğurdu.
Normal bir hipo 35 ile 55 kilo arasında doğarken, o 14.5 kilo olarak doğdu.
Annesi, 18 yaşında ve 3 bin 500 kilo.
Babası, 36 yaşındaydı ve bir hipo için çok yaşlı sayılırdı.
Nitekim Fiona’nın doğumundan kısa süre sonra öldü.
Annesi bile Fiona’dan umudunu kesmişti...
HAY ALLAH HİPO ANA SÜTÜ NASIL BİR ŞEYDİR
Hayvanat bahçesinin uzmanları onu kuvöze yetiştirdiler...
Biberonla beslediler..
Ama o günlerde hayatları boyunca akıllarına gelmeyen bir soruyla karşılaştılar.
Suaygırı sütü nasıl bir şeydir?
Uzun çalışmalardan sonra ona yakın bir şey üretildi.
Sonra günlüğünü tutmaya başladılar...
Fiona bir anda “America’s sweethearts” oldu..
Yani Amerika’nın sevgilisi...
YEDİ BÖLÜMLÜK BİR TV ŞOVUNUN BAŞ OYUNCUSU
Amerikan çocukları onun büyümesini izliyor...
Onun resmini taşıyan “Feeling Hip” yazılı tişörtleri her yerde satılıyor...
Onun adını taşıyan “Chunky Chunky Hippo” adlı şekerlemeler yapılıyor...
Facebook’un sponsorluğunu yaptığı 7 bölümlük bir televizyon programı bile var.
Önümüzdeki ilkbaharda kitabı yayınlanacak.
İnsanlar sırtlarına Fiona dövmesi yaptırıyor.
Ve günlüğü yayınlanıyor...
KNUT’TAN SONRA EN TANINMIŞ YAVRU
Bir zamanlar Berlin Hayvanat Bahçesi’nin bahtsız beyaz ayı yavrusu Knut ne idiyse, Noel öncesi Fiona da Amerikan halkı için o...
Son bir ayrıntı.
Fiona şöhretin tadını aldı... Kameraları çok seviyor... Hatta kamera görünce gülmeye başlıyor.
İZMİR’İN HİPO NÜFUSU YÜZDE 300 ARTTI
GEÇEN ekim ayında İzmir doğal yaşam parkına bir göçmen geldi.
Berlin Hayvanat Bahçesi’nde yeterli alan bulunmadığı için kendine yer aranan bir suaygırı İzmir’e getirildi. Beş yaşındaki hipopotam hayatından memnun. Adı Max ve şimdilik 3 ton çekiyor...
Yanına İtalya’dan 2 tane daha hipo geldi.
İzmir’in hipo nüfusu, yüzde 300 artışla 4’e çıktı...
İZMİRLİLER MELİH GÖKÇEK’E KIZIYORSUNUZ DA BU NEDİR
HAVAALANINDAN Urla’ya doğru gidiyoruz.
Hürriyet Pazar eki için İzmir ve Urla’nın yükselişini anlatan bir yazı hazırlayacağız...
Birazdan, Türkiye’nin estetik anlayışı en yüksek Levanten ailesinin evine misafir olacağız...
Ama Karabağlar’a geldiğimizde önümüze bu devasa “kitsch” çıkıyor...
Güya bir Nasrettin Hoca heykeli...
Hem Nasrettin Hoca’ya hakaret, hem İzmirlilere...
Melih Gökçek’in Ankara girişine diktiği o dev futbolcu heykellerinden hiç farkı yok...
Arabada üç kişiyiz...
Hepimizin aynı soruyu soruyoruz...
“Yakışıyor mu İzmir’e bu ‘şey’?”
Ankara kendi felaketinden kurtuldu. Acaba İzmir ne zaman kurtulacak...
HELAL OLSUN BU İNSANLARA
AĞZINA kadar dolu bir salon...
Bakıyorum en önde Sinan Çetin oturuyor...
Burası Bingöl...
Ve kısa film festivali yapılıyor.
Acılışta Göksel konseri...
Kapanışta Kolpa...
Ve bunları yapan bir insan...
Baran Mayda...
Kültür Bakanlığı ile Sinema Genel Müdürlüğü de destek vermiş...
Hepsini kutluyorum...
DENGBEJ CAZININ DOĞUM PARÇASI
GEÇEN ay Spotify’da yeni çıkan şarkılar arasında dolaşırken “Huma Kuşu” adlı bir şarkı dikkatimi çekti...
Bir caz parçasıydı...
Sağlam bir klasik altyapısı vardı...
Ama üzerine Türkçe okunan şarkının yorumu çok farklıydı...
Uzun hava gibi bir blues’du sanki...
Arkadaki yaylılar, şarkının alanını iyice genişletiyordu...
Çok sevdim...
Bir noktadan itibaren, uzun hava bir kontrtenor icrasına dönüşüyordu...
Dodan söylüyordu...
O an aklıma geldi.
“O Ses Türkiye”de dinlemiştim ilk defa...
Sonra “Neçe” isimli bossa jazz ritmindeki şarkısını Afternoon Jazz listeme koymuştum.
Dodan Özer Muşlu bir şarkıcı.
Muş, en önemli “dengbejlerin”, yani Kürt halk ozanlarının çıktığı ilimiz...
Oradan çıkan bu şahane cazı hepinize tavsiye ederim.
Ben “Dengbej cazı” dedim... Siz istediğinizi deyin...
Bu arada “Neçe”yi dinlemeyi de ihmal etmeyin.
12 YIL ÖNCE SÖYLENEN SÖZ NE ÇABUK ESKİMİŞ
PERŞEMBE günü soğuk algınlığından vücudumda kırıklıklarla yatarken, “Yazarın Odası” adlı kitapta, Orhan Pamuk’la yapılmış söyleşiyi okudum. Kitap Türkiye’de yeni yayınlandı ama söyleşi 2005 yılında yapılmış.
Yazar soruyor:
“Türkiye’de bu durum nasıl gidiyor?”
Orhan Pamuk’un cevabı:
“Demokratik ve liberal bir Türkiye fikri ne kadar çabuk yerleşirse benim düşüncem de o kadar çabuk kabul görür. Türkiye ancak bu vizyonla Avrupa Birliği’ne katılabilir. Milliyetçilikle ve ‘Onlara karşı biz’ söylemiyle mücadele etmenin bir yolu da budur.”
Bir sonraki soruya verdiği cevapta da “Ben Batılılaşma taraftarıyım” diyor...
Sadece 12 yıl geçti...
- Demokratik ve liberal Türkiye fikri tamamen silindi.
- Avrupa Birliği’ne katılma düşüncesi, “Batı’yı terk et” düşüncesine dönüştü.
- Milliyetçilikle mücadele değil, tam aksine ittifak dönemi açıldı..
- Batılılaşma fikrinin yerini Ortadoğululaşma aldı...
HARUKİ MURAKAMİ ACABA HANGİ CAZ PARÇALARINI SEVİYOR
TİMAŞ Yayınları’ndan çıkan “Yazarın Odası” kitabında şunu da okudum.
Haruki Murakami, caz müziği ve maraton koşusu hastasıymış. Yirmili yaşlarında Tokyo’da “Peter Cat” adlı bir caz kulübünü yönetmiş.
Kitaplarında Beatles falan da olduğuna göre herhalde müzik zevklerimiz benziyor diye düşündüm. Araştıracağım...
Bakalım sevdiği caz parçaları neymiş.
Paylaş