Paylaş
TİŞÖRTLÜ bir gazetede ‘‘Pazar yazımı’’ yazmaya hazırlandığım bir anda, keyfimin içine eden bir gelişme oldu mu canım çok sıkılıyor.
Bana, ‘‘Bir günü bile çok gören’’ bu kolalı zihniyet, bu lacivert elbiseli, beni inanamayacağınız kadar öfkelendiriyor.
Ama ülkem adına baktığım zaman, bana verdiği tek duygu derin bir hüzün oluyor.
* * *
Konu, dünkü yazımda yazdığım ‘‘manda’’ tartışması.
Hani o ‘‘Manda elbette kabul edilir bir şey değildir’’ diye başladığım yazı.
Bu kavramın, hepimizin zihninde tartışamayacağımız kadar büyük bir ‘‘efsane’’ olduğunu yazmışım.
Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, hem de kendisine saygı duyduğum bir üyesine bile derdimi anlatamamışım.
Ben, Meclis'e ve üyelerine ağır sözler söyleyen İstanbul Ticaret Odası Başkanı'nı ağır dille eleştirirken, kendisi küçük parmağını bile kıpırdatmayan o Meclis Başkanvekili.
Şimdi benim yazımı, Meclis Başkanlığı kürsüsünden protesto ediyor.
Ne diyeyim...
Benim ifade kabiliyetim mi yetersiz, yoksa onun anlama kabiliyeti mi?
Sevgili okurlarım, sizden dünkü küçük yazımı bir kere daha okumanızı rica ediyorum.
Kararı siz verin.
Ben artık bir şöy söylemek istemiyorum.
Beş satırlık yazının üzerinde bile anlaşamadığım, iletişim kuramadığım bir zihniyete nasıl cevap verebilirim?
Vereceğim her cevabi cümlenin hangi maksatla, neresinden okunacağına emin olmadığım bir polemiğe nasıl girebilirim?
Ama ben yine de bir kere daha derdimi anlatmaya çalışayım.
* * *
Türkiye kötü yönetimler sonucunda dibe vurdu.
Dışarıdan gelecek paraya ihtiyacımız var. Üstelik öyle üç beş kuruş değil, 15-20 milyar dolar gerekiyor.
Bu parayı IMF'den, Dünya Bankası'ndan istiyorsunuz.
Dikkat edin, siz istiyorsunuz diyorum. Onlar ‘‘İlle de verelim’’ demiyorlar.
Bu para nereden gelecek? IMF'den, Dünya Bankası'ndan, öteki ülkelerden.
Ama Amerikan Maliye Bakanı diyor ki:
‘‘Biz dünyanın maliye bakanları olarak, son derece rahat bir edayla, ters gitmiş politikalara milyarlarca dolar destek sağlamaktan söz ederken şunu hatırlamalıyız ki, bize emanet edilen para, bu parayı akıllıca kullanmamız için, yılda 50 bin dolar kazanıp gelirinin yüzde 25'ini vergi olarak ödeyen muslukçulardan ve marangozlardan gelmektedir.’’
Söyleyin, adam haksız mı?
‘‘Vatandaşımın ödediği vergiyi size verirken, bunu çarçur etmeyeceğinize emin olmalıyım’’ derken hiç mi hakkı yok.
Bir bankadan kredi almaya gittiğinizi düşünün. Sizden teminat istemiyor mu? Ülke olarak dışarıdan kredi aldığınız zaman sizden bazı güvenceler talep edilmiyor mu?
Adam diyor ki:
‘‘Bu defa son şansınız. Bu parayı da batırırsanız artık bir şey yok. Üstelik ben de bunu kendi vergi mükellefime izah edemem.’’
* * *
Öyleyse, bu parayı batırmayacağınızı göstermeniz gerekiyor.
İşte buna ‘‘niyet mektubu’’ deniyor.
Üstelik bunu imzalayan ben değilim. Bizzat Sayın Sökmenoğlu'nun mensubu bulunduğu parti imzalamış.
‘‘Evet yapacağım’’ demiş.
Sonra da çıkıp, buna ‘‘mandacılık’’ diye itiraz ediyorsunuz.
Bundan rahatsız mı oluyorsunuz? Öyleyse ülkeyi iyi yönetin, dibe vurdurmayın ve gidip bu parayı istemeyin.
Ama böyle yapsanız bile, artık 1960'ta kalmış kafanıza uygun bir ‘‘bağımsız ekonomi’’ bulamayacaksınız.
Bugün artık dünyada ekonomik olarak bağımsızlık değil, ‘‘karşılıklı bağımlılık’’ ilkesi geçerlidir.
Küba gibi ülkenizin etrafına demirden bir perde çekip, komünist bir disneylandda yaşamak istemiyorsanız, dışarı mal satıp, dışarıdan mal almaya dayalı çağdaş bir ekonomiye sahip olmak istiyorsanız, bu karşılıklı bağımlılığı kabul etmek zorundasınız.
Eğer çok rahatsızsanız, Avrupa Birliği üyeliğinden vazgeçin.
Çünkü yarın size sadece ekonomide değil, demokrasinin, hatta adabı muaşeretin kuralları konusunda da dayatmalar gelecektir.
İyi ki de gelecektir. Yoksa bu demir perde içinde, okuduğumuz beş cümle üzerinde bile mutabakat sağlayamadığımız bu alaturka iklimde yaşamaya mecbur kalırız.
Hadi biz kaybettik.
Ama olan çocuklarımıza, torunlarımıza olur.
İşte ben bunu yazıyorum.
Meclis'in başkanlık kürsüsünde bu ‘‘mandacılığı savunma’’ olarak protesto ediliyor.
Söyleyin, hangimizin yeteneği kıt?..
* * *
Bu arada pazar gününüzü berbat ettiğim için özür dilerim.
Paylaş