Paylaş
Ortaya bir Kuran-ı Kerim koysak.
Milli Görüş’ün, İslami kanadın yaşı tutan, hâlâ ortada gezen simalarına bir çağrı yapsak.
Kıvırtmadan, eğmeden bükmeden sorsak:
“1982 Anayasası için yapılan referandumda ne oy kullanmıştınız?”
Şöyle bir hafıza tazelesek ve desek ki: “Öyle karnından konuşmak yok.
Kuran’a el basılacak. Tek ayak havaya kaldırılmayacak. Takiye yapılmayacak.”
Merak ediyorum.
O soruyu sorsak ve samimi cevabını alsak; acaba bu gözyaşları dindiğinde arkada nasıl bir şahsiyetler enkazı kalırdı.
* * *
Bir de merak etmediklerim var.
Çünkü biliyorum, biliyoruz.
Mesela bir 28 Mayıs sabahı yazılanlar.
13 Eylül sabahı iştahla, iştiyakla kaleme alınmaya başlanan başyazılar.
Kraldan fazla darbeci döktürmeler. O, çat kapı hücumbot ev ziyaretleri.
Evren’in “Gücüm ve param olsaydı da, yeniden bastırabilseydim” dediği kitabın başköşesindeki 12 Eylül güzellemeleri.
Ve şimdi medyada dökülen timsah gözyaşları.
O yazılar bir bir yeniden ortaya dökülse.
Acaba bu şahsiyet enkazının altından kaç kişi sağ çıkabilirdi.
Biri enkazın altına eğilip, “Orda kimse var mı” diye bağırsa “Var” diye cılız bir ses gelir miydi?
Hayır gelmezdi, gelemezdi.
Çünkü o enkazın altından gelse gelse, utancın derin sessizliği gelirdi.
* * *
Bir de “flashback” yapıp, 12 Eylül sabahına gidebilseydik.
O sabah “Darbenin 1 numaralı bildirisi” okunurken, hangi evlerde insanların sevinç gözyaşı döktüğünü, karı koca, çoluk çocuk birbirine sarılıp, “hayatlarının kurtulmasına” şükrettiklerini görebilseydik.
Hangi solcu gencin memur anne babasının sevinçle birbirine sarıldığını; hangi ülkücü gencin gariban gecekondusunda ne dualar edildiğini görebilseydik.
Hangi aydının, sendikacının, öğretim üyesinin evinde neler konuşulduğunu; ah bir dönebilsek, bir görebilsek, o sabahın hayat filmlerini tekrar seyredebilseydik.
Acaba utanmaz mıydık?
* * *
Referandum benim için bir tercihtir.
Ne “Evet” diyene söyleyecek lafım vardır, ne “Hayır” diyene.
Ne “Evet” diyene ille de “Demokratsın” derim; ne de her “Hayır” diyenin sırtına “Darbeci”, “Kara müttefik”, “Kuşatmacı” gibi etiketler yapıştırırım.
Her ikisi de sapına kadar demokratik haktır. Her ikisi de makbulümdür.
Ama o evetlerin, o hayırların arkasındaki o gölge oyunlarını seyredince, sararmış fotoğraflar geliyor gözümün önüne.
* * *
Şahsiyet sınavı mı? Samimiyet imtihanı mı?
Halep 30 yıl önce oradaysa, arşın al işte burada.
Çok basit.
Ortaya bir Kuran koyacağız.
Üzerine el basıp, herkes 1982’deki oyunu açıklayacak. O yüzde 92’nin bir çetelesini çıkaracağız.
Sonra eski kitapları açacağız, eski filmleri seyredeceğiz.
Bakalım o gözyaşı nehirleri, o seller, 30 yılda neleri, hangi şakşakları, gönülden alkışları alıp götürmüş, orada burada nehir kenarlarına çöplük halinde bırakmış.
* * *
Dün Mehmet Barlas’ın yazısını okuyorum.
Geçenlerde Kenan Evren’le bir yerde karşılaşmışlar. O geceyi, çok insani bir duyarlılıkla anlatıyor.
Samimi olarak etkilendim.
Fellini’nin “Amarcord” filminin müziğini düşündüm.
“Amarcord, je me souviens...”
“Hatırlıyorum...”
* * *
Ben hatırlıyorum, çok iyi hatırlıyorum. Ölünceye kadar da unutmayacağım.
Ama unutanları, o gün hissettiklerini bugün hoyratça hafıza çöplüklerine atanları gördükçe hüzünleniyorum.
O insanlara söyleyeceğim tek şey var:
Bu yazıları yazarken, bu nutukları atarken, bu gözyaşlarını dökerken, lütfedip bir nezaket cümlesi ekleyin.
Basit, 7 kelimelik bir cümle:
“Paşam kusura bakma; dün dündür, bugün bugün...”
Paylaş