ERBAKAN’ın cenazesini izlerken, çok kimse gibi ben de merak ettim.
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel Fatih Camii’ndeki cenaze namazına neden katılmadı?
Demirel yıllardır tanıdığı bir insan için bu görevi mutlaka yerine getirirdi diye düşünmüştüm. Yıllarca “Milliyetçi Cephe” hükümetlerinde birlikte çalıştılar. Sonra araya 28 Şubat girdi. Ama Erbakan’ın Demirel aleyhine öyle düşmanlık hissi verecek şeyler söylemedi. Saadet Partisi Genel Başkanlığı’na seçildikten sonra 2 Ocak 2011 günkü Radikal’de Ezgi Başaran ona açıkça sormuştu: Demirel’e kızgın mısınız? Cevabı şu olmuştu: “Hayır. O ‘7 İnşaat’ mezunudur. Yani 6 sene olan Teknik Üniversite’yi Fransız bir hocanın verdiği İnşaat Makineleri dersini boykot etmek suretiyle bir sene uzatmıştı. Ben ise okulu bitirip ertesi gün işe başlamıştım. Bu ‘7 İnşaat’çılar bir seneyi boş geçirdiklerinden yurdun yemekhanesinin önünde zamanın yeni danslarını talim ediyorlardı. Çünkü işleri güçleri yok, buldukları meşgale de bu! Demirel de o grup içinde ama bir Anadolu çocuğu olarak tam iştirak edemiyor, uzaktan izliyor. Biz de bari bu ‘7 İnşaat’çıların müsait olanlarına Müslümanlık öğretelim, namaz nasıl kılınır gösterelim dedik. Demirel de onlardan biriydi. Yani Demirel benim bu kadar yakın münasebetim olan bir dostumdur.” Erbakan, Demirel’e “Namaz kılmayı öğretmiş” ama Demirel cenaze namazında yoktu. * * * - Dün açıp kendisine sordum. Cevabı şu oldu: “Cenaze dini bir törendir. Dinimizde cenaze namazını kılmak diye bir zorunluluk yok. Biri kıldı mı herkes kıldı sayılır.” - Bu cevabın beni tatmin etmediğini hissetmiş olmalı ki devam etti: “Başka bir tören yapılmadı. Yapılsaydı mutlaka katılırdım. Ayrıca saygı görevimi yerine getirdim. Partiye baş sağlığına gittim. Daha önce de hastanedeyken ziyaret ettim.” - Hasta yatağında size 28 Şubat için sitemde bulundu mu? “Niye sitemde bulanacaktı ki” dedi. - Tabii ki 28 Şubat’ta alınan kararlar için. Demirel hafif öfkeli bir sesle görüşlerini aktardı: “Milli Güvenlik Kurulu toplandı. Ben başkandım, o da üyeydi. 4 saat konuşuldu. Toplantı mutabakatla bitti.” - Ama kendisi imzalamadığını söylüyor. “Şakır şakır imzaladı. Herkes imzaladı. Dahası, ertesi gün MGK Genel Sekreteri bana kararları getirdi. Bunu hükümete tebliğ ettim. Onlar da devlet dairelerine ilettiler. Yani orada devlet işlemiştir. Kimsenin kimseye sitem etme hakkı yoktur.” - Ya o gün itiraz edip imzalamasaydı? “İtiraz etseydi, hükümet bunalımı olurdu. Yeni bir hükümet kurulurdu.” * * * - Sıra en merak ettiğim soruya geldi. 18 Haziran günü ne konuşuldu? Yani Erbakan, istifasını getirdiği gün. Demirel “O gün kendisine iki soru sordum” diyor. “Önce neden istifa ediyorsun dedim. ‘Gerginlik var. Gerginliği düşürmek için’ dedi. İkinci sorum şuydu: Sana istifa et diyen var mı? ‘Hayır yok’ dedi.” Dokuzuncu Cumhurbaşkanı bunları söyledikten sonra sözü bugüne getiriyor: “O gün devlet işlemiştir. Devlet normal işledi diye bu konuyu seneler sonra gündeme getirmenin manasını anlamıyorum. Böyle yaparsanız, bundan sonra devleti işletemezsiniz.” - Buna “postmodern darbe” dendiğini hatırlatıyorum. Alışık olmadığım bir ses tonuyla çok ilginç bir şey söylüyor: “O gün alınan kararlar bugün de hâlâ caridir. Madem postmodern darbe, önce o kararları değiştirsinler. Anlaşılır şey değil. Ben bunları 10 defa anlattım.” * * * Türkiye’nin konuştuğu cenazenin ardından Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel’le bunları konuşurken, o günlerde evinin ışıklarını yakıp söndürüp de bugün intikam çığlıkları ile ortaya atılan, “postmodern” darbenin, karakter olarak “postmortem” kahramanlarını ibretle seyrediyorum. Üstelik 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, hatta 28 Şubat’ta yazdıklarının mürekkebi kurumadan...