Paylaş
Sayfada yan yana yatan iki erkek fotoğrafı vardı.
Gövdelerinin yarıdan yukarısı çıplaktı.
Her ikisi de ölüydü.
Birinin göğsünde üç kurşun deliği görünüyordu.
Tarih, 8 Mart 1990’dı ve Çetin Emeç bir gün önce öldürülmüştü.
Gazetenin manşeti şuydu:
“Aynı fotoğraf”.
Hastane morgundaki ikinci kişi ise Abdi İpekçi’ydi.
* * *
Konu Çetin Bey’in öldürülmesine geldi.
Ben o günkü gazeteyi anlattım.
Aklımda sanki Hürriyet’in birinci sayfası gibi kalmış.
“O sayfayı Seçkin Türesay hazırlamıştı” dedim.
Spor Müdürümüz Mehmet Aslan, “Seçkin abi yukarda, arayıp soralım” dedi.
Biraz sonra Seçkin geldi.
Sayfayı hazırlayan gerçekten oymuş.
Ancak ben gazeteleri karıştırmışım. Seçkin Türesay o günlerde Günaydın Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürü’ydü.
Hatırımda kalan da Günaydın’ın birinci sayfasıydı.
Gerçekten Abdi İpekçi ve Çetin Emeç’in morgdaki fotoğrafları birbirinin aynıydı.
Kader onları fotoğrafta da birleştirmişti.
O manşet, mesleğimizin en trajik sayfalarından biri olarak hafızamda kaldı.
* * *
Unutmuşum, o fotoğrafın altında çok önemli bir haber daha varmış.
“Türk basınının ortak açıklaması” başlıklı haber, gazetelerin ve basın kuruluşlarının bu cinayete karşı ortak tepkisini dile getiriyordu.
Altındaki imzalara baktım:
“ANKA, Barometre, Bugün, Cumhuriyet, Dünya, Ekonomik Bülten, Fotospor, Günaydın, Güneş, Hürriyet, Milliyet, Sabah, Tan, Tercüman, Yeni Asır, Zaman, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası, İzmir, Afyon, Akdeniz, Aksaray, Antalya, Balıkesir, Bolu, Burdur, Bursa, Çankırı, Çorum, Çukurova, Denizli, Doğu Anadolu, Edirne, Eskişehir, Giresun, Güneydoğu, Kastamonu, Kırıkkale, Kocaeli, Konya, Kütahya, Nevşehir, Ordu, 19 Mayıs, Sinop, Trabzon, Uşak, Yozgat, Zonguldak gazeteciler cemiyetleri”.
Bu cinayet, o gün, sağdan sola, dinciden laiğe, Kürt’ten Türk’e, Doğu’dan Batı’ya, kuzeyden güneye, Türkiye’nin bütün gazetelerini, gazetecilerini, meslek kuruluşlarını birleştirmiş.
Aradan tam 20 yıl geçti.
O gün bizi birleştiren cinayetin failleri bile bizi bugün bölüyor.
Bir kısmımız Çetin Emeç’i dinci bir terör örgütü öldürdü, diğer kısmımız ise neredeyse Ergenekon öldürttü diyoruz.
Onu bırakın, Sarıkamış gibi, tarihimizin en trajik bölgesindeki bir tatbikat bile bizi darmadağın ediyor.
En acısı da, bazı gazeteciler, meslektaşlarını işten attırmak için “yüksek mercilere” gammazlıyorlar.
Ülkede herkes savcı, herkes yargıç, herkes, daha davadan bile önce infaz memuru.
İşte bu yüzden haykırıyorum.
Ergenekon davası mutlaka ve mutlaka her iki tarafın önyargılarının, kıskançlıklarının, ihtirasların, kin ve intikam duygularının istibdadından kurtarılmalıdır.
Yoksa kimse beni “normalleştiğimize” inandıramaz.
ELLERİMDE ÇİÇEKLER
Mülakatlarda ve yazılarda sevdiğim insanların isimlerini vermekten hep korkarım. Çünkü mutlaka unuttuklarım olur.
Tempo’ya verdiğim mülakatta, “Hürriyet’ten ayrılışına üzüldüğüm arkadaşlarımı” sayarken, en çok üzüldüklerimden birini unutmuşum.
Şimdi bu unutkanlığımı buradan affettirmek istiyorum.
“Sevgili Nurcan, senin ayrılışına nasıl üzülmem. Ankara’daki günlerimizi hatırlasana, elimize güzel bir haber geldiğinde, kalkıp nasıl dans ederdik. Akşamları büronun barında nasıl birlikte günün bilançosunu çıkarır, atladıklarıma birlikte üzülür, atlattıklarımıza birlikte sevinirdik.
Unuttun mu bir gün seninle bir haber yüzünden tartışmıştık, sen de çekip eve gitmiştin. Elime bir demet çiçek alıp, gönlünü almak için kapına dayanmıştım.
Hiç unutur muyum?
İşte bak şimdi aynı şeyi yapıyorum.
‘Ellerimde çiçekler’ kapındayım.
Bu yazıyı işte öyle bir şey olarak kabul et.
Bu kalp 20 yılın arkadaşlığını, iyi gün-kötü gün dostluğunu unutur mu...
Hiç unutur mu...”
Paylaş