Paylaş
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’u ziyaret edeceğim.
Sıkı bir güvenlik kontrolünden geçiyoruz, yanıma görevli bir asker veriyorlar.
İlk izlenimim, bakımlı, düzenli, yeşil bir site...
Ama İstanbul’un başka siteleri kadar varlıklı bir görünümü yok.
Orta yerinde büyük bir ortak kullanım binası dikkatimi çekiyor.
Sol tarafı, restoranla kulüp arası bir yer.
Sağ tarafta ise çok büyük bir bina var.
Spor tesislerinin orada olduğunu tahmin ediyorum.
BEN DE ASKERLER BURADA LÜKS İÇİNDE YÜZÜYOR SANIYORDUM
Onun önünden geçip sağ tarafa giriyoruz, biraz ileride bir apartmanın önünde duruyoruz.
Sivil bir görevli beni merdivenlerde karşılıyor ve tam karşıdaki asansöre giriyoruz.
Binadaki ilk izlenimim, Ankara’da gördüğüm tipik apartmanlardan biri.
Girişte, yeni binalardaki gibi ne büyük genişlik, ne lüks var.
Asansöre binip ikinci kata çıkıyoruz.
Yine tipik bir Ankara apartmanının dar sahanlığı. Sol taraftaki kapı Türkiye’nin eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un dairesi.
İLKER BAK ERTUĞRUL BEY SPOR GİYİNMİŞ
Kapı açılıyor, eşiyle birlikte beni karşılıyorlar.
İlker Paşa gri renk bir takım elbise giymiş. Beyaz gömlek ve kravatı var.
Eşinin üzerinde siyah bir pantolon ve bluz.
Tipik orta halli bürokrat Türk ailesi...
Benim üzerimde ise blazer bir ceket ve sarı tişört var.
İlker Paşa’nın eşi Sevil Başbuğ gülerek, “Bak Ertuğrul Bey genç işi spor giyinmiş. Sen hep böyle klasik takım elbiseyle geziyorsun” diyor.
Ev, Ankara’da gördüğüm evler gibi.
Tek lüksü belki de aydınlık bir daire oluşu. Salon Fenerbahçe koyuna bakıyor.
Koltuk takımları, masalar, üst mevkilere gelmiş Türk bürokratlarının evi.
Mütevazı...
Yıllardır birtakım gazetelerde Fenerbahçe’deki bu kampus için neler okuyorum.
Ülkenin en kritik ve tehlikeli görevlerini üstlenmiş komutanları için yapılan bu site, emin olun bugünün İstanbul’u için mütevazı sayılacak bir lükse sahip...
Sitede geçirdiğim onuncu dakikada hissim bu...
İLKER BAŞBUĞ GANDİ’NİN HAYATINI NEDEN OKUYOR
İlker Paşa, beklediğimden çok daha sakin ve huzurlu duruyor. Bu onun kişiliğinin bir parçası.
İki yıldan fazla hapiste yatmış, büyük haksızlıklarla karşı karşıya kalmış bir insan nasıl bu kadar sakin olabilir, acaba iç dünyasındaki tepkileri başarılı bir şekilde saklıyor mu diye düşünüyorum.
Sohbetimizin sonunda kanaatim, kesinlikle sakin ve kimseye karşı kini yok.
Ama hüzünlü bir insan. İki yıl, onda kin duygusu değil ama derin bir düş kırıklığı ve hüzün bırakmış.
Gandi’nin hayatını okuyor. En çok onun “korkuyu yenmek” duygusu ile ilgileniyor.
İki yıl boyunca çok okumuş, çok yazmış, çok dinlemiş, çok düşünmüş.
Bu da onda felsefi yanı ağır basan bir miras bırakmış.
Türkiye’yi düşünüyor.
HERKES HAKSIZLIK DİYOR AMA ARKADAŞLARIM HÂLÂ İÇERİDE
Bir buçuk saat boyunca ağzından ne hükümete, ne başkalarına, ne Başbakan’a karşı tek kelime kötü laf işitmedim.
Meselesi bugünle değil, yarınla... Nasıl daha huzurlu, daha barışık bir Türkiye kurabiliriz.
Bugüne ait tek endişesi, içeride kalan arkadaşları.
Bana ertesi gün Hasdal ve öteki yerlerdeki arkadaşlarını ziyaret edeceğini söylüyor.
“Haksızlıkları herkes kabul etti ama onlar hâlâ içeride” diyor.
Sık sık Hurşit Tolon’un durumunu dile getiriyor.
Onun tahliyesi için yaptığı başvurunun reddedilmesine çok üzülmüş. Mahkeme heyetinin başkanı tahliye yolunda oy kullanmış. Onun tahliye gerekçesini getirtmiş bana okuyor.
Gerçekten orada bir hukuk skandalı var...
Biz konuşurken eşi bize kendi yaptığı kurabiye ve poğaçaları getiriyor.
Çayı fincandan mı bardakta mı istediğimi soruyor.
SEVİL BAŞBUĞ ÇERÇEVELİ YAZIMI DUVARDAN İNDİRMİŞ
İçeriden çıkan komutanlar sakin ama eşleri onlardan daha tepkili. Çünkü aylar boyunca stresli günler geçirmişler.
Bu arada kendimle ilgili bir şeyi öğreniyorum.
Genel yayın yönetmenliğimden ayrılmadan önceki son yazımda İlker Başbuğ’u yazmışım.
Türkiye’de işi en zor insanın o olduğunu anlatmışım.
İlker Paşa o yazımı çerçeveletmiş ve madalyalarının arasına koymuş.
Tutuklandıktan sonra eşi benim yazımı oradan indirmiş.
“Medya eşime hiç sahip çıkmadı. O yüzden size de tepki duydum ve o yazıyı indirdim” diyor.
Ben de “İyi yapmışsınız” diyorum.
Gülüyoruz...
Fenerbahçe kampusunda geçirdiğim bir buçuk saatin havası böyle.
Şimdi size o evde bana anlatılan çok önemli bir şeyi aktaracağım.
Paralel yapının kozmik odası nerede açıklıyorum
İlker Başbuğ Ergenekon ve Balyoz davalarında yapılan haksızlıklara, komplolara çok derinden bakıyor.
Kurulan “kumpas”ın nasıl ortaya çıkarılacağını düşünüyor.
Söylediği şu:
“Bu kumpas ortaya çıkarılacaksa, 6 Aralık 2010 gününe dönmek gerekir.”
* * *
O gün, 6 Aralık 2010 günü Gölcük Donanma Komutanlığı’na sivil bir ekip gelir.
Başlarında Ergenekon davasının ünlü savcılarından Fikret Seçen vardır...
Yani Ergenekon’un öteki baskınları gibi gelenler polis değil, bizzat savcıdır.
Kendilerinden çok emin bir havada, yanlarına askeri savcıları isterler ve doğrudan Gölcük Donanma Komutanlığı istihbarat biriminin bulunduğu binaya giderler.
Olay şudur:
Savcılığa isimsiz bir ihbar gelmiştir.
Savcı Seçen, iç tarafta askeri istihbarat elemanlarının çalıştığı odaya girer ve eliyle bir yeri göstererek, “Şu döşemeyi sökün” der.
Döşeme sökülür ve altından çöp torbaları içinde birçok “belge” çıkar.
Bunlar arasında biri vardır ki, Balyoz davasının seyrini değiştirecektir.
Türk adalet tarihine yüz karası olarak geçecek olan meşhur “5 numaralı harddisk” işte böyle bulunmuştur.
* * *
Balyoz davası o sıralarda tıkanmıştır. O güne kadar bulunan şeyler inandırıcı değildir. Genelkurmay bunların doğru olmadığını bildirmiştir.
Bu harddisk Balyoz davasının seyrini değiştirir. Savcılar, “Bakın Gölcük’te bulunan belgelerde de aynı şeyler var” deme hakkına sahip olmuştur.
Davanın kararlarının çoğu, işte bu Gölcük belgeleri ile verilmiştir.
* * *
Oysa bugün, bizzat Başbakan Erdoğan dahil, birçok insan, Balyoz davasının tam bir “kumpas” olduğuna inanıyor.
Dava sırasında bu belgelerdeki 2000’e yakın bilginin ve güya delilin yanlış, sahte ve imal edilmiş olduğu ispatlandı.
Ortada gerçek bir kumpas vardı.
Peki o çuvalları Gölcük Donanma Komutanlığı’nın en iyi korunan biriminin en kozmik odasına, döşemelerin altına kim yerleştirmişti?
Orgeneral İlker Başbuğ, işte bu sorunun peşine düşmüş.
O odaya dışarıdan girmenin pek mümkün görünmediğini söylüyor. Bir süre önce orada onarım yapılmış.
Çalışanlardan biri tarafından yerleştirilmiş olabilir mi?
O günlerde askeri savcılığın bu olayı incelediği ama yeterince derine inilemediği görüşünde.
Bugün ise “çuvalların içeriden mi yerleştirildiği” sorusunu daha açıkça soruyor.
“Eğer bu devletin içinde paralel bir kumpas varsa, bunun anahtarı, Gölcük Donanma Komutanlığı’na o belgeleri kimin koyduğu sorusunun cevabıdır.”
Yani “paralel yapının kozmik odası” orası...
Bu görüşe ben de katılıyorum.
Dışişleri’ndeki dinleme skandalının anahtarı da belki Gölcük’teki bu odanın sırrının çözülmesine bağlı.
Başbakan Erdoğan paralel yapının çökertilmesinde samimiyse, Gölcük dosyasının yeniden açılmasında yarar var.
Hissediyorum güzel bir bahar geliyor
DÜN sabaha Mustafa Sandal dinleyerek başladım.
Özlemişim...
“Aya benzer”i söylüyor...
Cıvıl cıvıl bir melodi, cıvıl cıvıl bir ritim, cıvıl cıvıl bir ses...
“Aya benzer yüreğiim..
E doğal olarak takipteyim...”
Tam benimki gibi...
Ben de takipteyim, bir zirvede bir dipteyim...
Ruh EKG’me bakıyorum, bir yukarıda, bir aşağıda...
“Dıııt” diye düz bir ses yok, “flatliner” değilim, dıt dıt sesleri bana diyor ki, “Demek ki kalbim hâlâ atıyor.”
O dıt dıt’lar bana şunu da diyor:
Güzel bir ilkbahar geliyor...
Bir papatya mevsimi daha...
Rakı zamanı, beyaz şarap, roze zamanı...
İnadına yaşama zamanı...
Kalbimizi bir kere daha Ege’de bırakma zamanı...
“S....r edin..”
Hissediyorum, güzel bir bahar geliyor.
Sonra da yaz gelecek...
Denize dökülmedik, ama keyifle denize gireceğiz...
Paylaş