Paylaş
GEÇTİĞİMİZ hafta CNN Türk'te Mehmet Ali Birand'la eski büyükelçi Yalım Eralp arasında ilginç bir konuşma geçti. Konu, cezaevi eylemlerinde sivil toplum örgütlerinin rolüydü.
Birand, F tipi konusunda sivil toplum örgütlerinin devreye girmesinin yararlı olacağını ve bundan sonuç alınabileceğini söylüyordu.
HALK KELİMESİ
Yalım Eralp işte bu noktada ilginç bir saptamada bulundu.
Aynen şöyle dedi:
‘‘Evet olumlu bir rolü olabilir. Ama bir şartla. Bu sivil toplum örgütlerinin devlet düşmanı olmaması şartıyla.’’
Açlık grevlerinin başından beri birçok sivli toplum örgütü temsilcisinin konuşmasını izliyorum.
Cezaevindeki ölüm oruçları çok hassas bir noktadaydı.
O noktada olur olmaz demeçler verilmemesi, içerdeki tutuklu ve mahkûmların psikolojisi dikkate alınarak, buna uygun bir stratejinin belirlenmesi gerekirdi.
Ama konuşan sivil toplum örgütü temsilcilerinin büyük bölümü kendi dünya görüşlerini yansıtmaktan başka bir şey yapmadılar.
Çoğunun bu olaylar konusunda üyeleriyle oturup belirlediği ciddi bir politika yoktu.
Ama her biri ortaya çıkıp konuştukça, sanki bu eylemleri destekleyen ciddi bir kamuoyu varmış gibi bir izlenim ortaya çıktı.
Bu da içerdeki eylemcilere cesaret verdi.
Şimdi bir bölümü dün sabahtan itibaren televizyonlara çıkıp, ‘‘Hiçbir devlet böyle bir dayatmayı kabul etmezdi’’ türünden konuşmalar yapıyorlar.
İçerdeki insanların birer ‘‘true believer’’, yani kesin inançlı olduğunu unutmadan davranmak gerekiyordu.
Onların ideolojilerinde ‘‘halk’’ kelimesinin çok özel ve önemli bir yeri vardır.
Siz çıkıp onlara halkın arkalarında olduğu izlenimi verirseniz, inanç bir anda kör bir ölüme dönüşür.
SİVİL ÖRGÜTLER
Cezaevlerinde dün sabah başlayan müdahale ile sonuçlanan olaylar, Türkiye'de sivil toplum örgütlerinin rolünü ve karakterini bir kere daha ortaya koydu.
Gelin bunun teşhisini koyalım.
Ülkemizdeki sivil toplum örgütlerinin bir bölümü ne yazık ki, sivil toplum fikrinin yozlaştırılmış bir versiyonunun temsilcisi olarak hareket ediyor.
Hangi konuda olursa olsun doğal refleksleri, onları anında devletin karşıtı bir noktaya götürüyor.
SABIR ORUCU
Birçoğu, kuruluş amaçlarının tamamen dışına çıkarak, bir siyaset batağına saplanıyorlar.
Kendi ilgi alanlarında yapıcı hiçbir katkısı olmayan bu örgütler tek varlık nedenlerini devlete karşı konumlandırmakta görüyorlar.
Oysa gelişmiş demokratik ülkelerdeki sivil toplum örgütleri, asıl güçlerini, kendi ilgi alanlarındaki faaliyetlerinden alıyorlar.
Kendileri de bunun farkında.
Eskiden beri güç kullanmaya alışık olan bu devlet, neredeyse 20 günden beri müthiş bir sabır gösteriyor.
Olayın kansız çözümü için ‘‘arabuluculuk’’ görevlerini bile kabul etti.
Oysa bunu kabul etmesi, birçok çevrede ‘‘devletin zaafı’’ olarak eleştirildi.
Adalet Bakanı'nın insancıl bütün yolları denemediğini kimse söyleyemez.
Prof. Sami Türk, çok ağır eleştirileri bile göze alarak, olayın kansız yoldan çözümü için neredeyse bir ‘‘sabır orucuna’’ girdi.
Ama olmadı...
Bu noktadan itibaren kan dökülmesini sadece devletin üzerine yıkmak insafsızlık olur.
Cesaret vermenin, dolaylı yoldan da olsa yüreklendirmenin ölüm götüren bir provokasyon haline dönüşebileceğini artık herkesin görmüş olması gerekir.
Örgütün dışardaki uzantısının, dünden itibaren arabuluculuk rolü yüklenen sivil toplum örgütlerine de yüklenmeye başlamasının nedeni belki de bunu fark etmiş olmasındandır.
Bense, dün televizyonlarda o çelik gibi sesin verdiği ‘‘Kendini yak’’ emrini işittiğim andan beri İnsan Hakları iddiasındaki bir sivil toplum örgütünün açıklamasını bekliyorum.
NEREDE O SES
Sadece, ‘‘Hiç insana kendini yak emri verilir mi?’’ diyecek bir sesi.
Cılız ve korkak bile olsa bu sesi bekliyorum...
Çünkü bir örgüt militanını, liderinin ‘‘Kendini yak’’ emrine karşı savunamayan bir İnsan Hakları kavramını tanımıyorum.
Paylaş