Ertuğrul Özkök: Nisan, ayların en zalimidir

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Leeds

Dün maçtan 2 saat önce polis denetiminde stada gelirken, durum çok sakindi. Hatta kendi aramazda ‘‘Yahu bir tek holigan göremeyecek miyiz?’’ diye şakalaşırken, aniden oturduğum koltuğun arkasındaki camda bir taş patlıyor.

Şehirde bunun dışında herhangi bir olayla karşılaşmıyoruz.

Maç sırasında bir milletvekilinin Türk Bayrağı açtığı anda, sahadaki tansiyon aniden yükseliyor.

Bunun dışında Leeds sıralarında oturan Türkler'den kimse taşkınlık yapmıyor.

Taşkınlık yapan sadece birkaç milletvekili.

Ben, maçtan 22 saat öncesine dönüyorum.

* * *

Yine polis önlemleriyle getirildiğimiz Weetwood Oteli'nin salonunda Manchester United ve Real Madrid maçını izliyoruz.

Yanımda, güvenliğimizi sağlamak üzere otelde görevlendirilen bir memur var.

İrikıyım, ama çok sempatik halli bir görevli.

Oturduğumuz yerde başka İngilizler de maçı seyrediyor. Maç, 3-2 Real Madrid'in galibiyetiyle sonuçlanıyor.

Chelsea'den sonra Manchester United da Avrupa kupalarına veda ediyor.

Oysa İngilizler bu yıl çok iddialıydılar.

Maça 22 saat kala, önlerinde sadece Leeds ve Arsenal kalmıştı.

Dün akşamki maçlar bittiğinde ise Leeds de elenmiş, bir Arsenal başarmıştı.

Yanımdaki İngiliz'in hafif entelektüel görünümüne bakarak ‘‘T.S. Eliot'un kehaneti doğru çıktı’’ diyorum.

Tuhaf bir şekilde yüzüme bakıyor. Ya ne demek istediğimi anlamıyor, ya da ‘‘T.S. Eliot'un futbolla ne alakası var’’ diye düşünüyor.

Oysa benim kafamdaki fotoğraf tamamlanmış durumda.

Bana göre, İngilizce'nin en büyük şairi T.S. Eliot'un ‘‘Çorak Ülke’’ şiirinin ilk mısrası durumu çok güzel açıklıyor.

İngilizce'sini ezbere bildiğim üç beş mısradan biri:

‘‘April is the cruelest month’’

Yani, ‘‘Nisan ayların en zalimidir’’.

Bu nisan ayı, maça 22 saat kalıncaya kadar İngilizler için ayların en zalimiydi.

Ama bu zulüm dahi, maça 24 saat kalaya kadar Leeds şehrini harekete geçirememişti.

...

Bir akşam önce şehre gitmek için otelden bindiğim taksinin şoförüne, ‘‘Leeds'te hava nasıl?’’ diye sorduğumda, tek kelimeyle cevap vermişti:

‘‘Bad...’’

Yani şehirde kötü bir havanın bulunduğunu söylemişti.

Ama hemen arkasından çok ilginç bir cümle daha geliyordu:

‘‘Biz, Marmaris ve Bodrum'u çok severiz.’’

Bu cümlede, ‘‘Bir daha oralara gelmeyiz’’ türünden bir tehdit mi vardı, yoksa ‘‘Bunlar da geçer’’ türünden bir özlemle karışık hüzün mü?

Bu nüansı çok iyi anlayamadım.

Ama hemen arkasından gittiğimiz Leeds'in en popüler İtalyan restoranındaki atmosfer, kafamı daha da karışık hale getirdi.

Burası Leeds'in orta ve orta üst sınıfının devam ettiği bir İtalyan restoranıydı.

* * *

Biz masanın etrafında beş Türk'tük.

Anladığım kadarıyla biraz da yüksek sesle Türkçe konuşuyorduk.

Böyle konuşuyorduk; çünkü etraftakiler daha da yüksek sesle konuşuyorlardı.

Ama bu ‘‘very British’’, ‘‘acayip İngiliz’’ ortamda Türkçe konuşan beş kişiyi fark etmemek de mümkün değildi.

Aşırı hassas olduğumuz için dikkatle etrafımı gözlemeye çalıştım.

Kimsenin umurunda değildik. Türk olduğumuzu anlayan garsonlar da dostça olmayan herhangi bir davranışta bulunmadı.

Maçın başladığı ana kadar şehirde, Galatasaray'a veya Türklere karşı en küçük bir düşmanlık duygusu hissetmedik.

Dünkü İngiliz gazetelerinde de kışkırtıcı en küçük bir ifade yer almıyordu.

Tabloid zihniyetin en büyük temsilcilerinden biri olan ‘‘Mirror’’ gazetesinin birinci sayfası, Leeds Kulüp Başkanı'nın yatıştırıcı sözlerini aktarıyordu.

Bütün İngiliz gazetelerini satır satır okudum.

Bu gazetelerin satır aralarından çıkardığım ve insanın şuur altına seslenen bir ayrıntıya dikkati çekmek istiyorum.

Gazetelerin birinci sayfalarında iki büyük fotoğraf yer alıyordu. Biri, İngiltere'de öldürülen bir mafya liderinin cenaze töreniyle ilgiliydi.

Öteki ise, Leeds Bradford Havaalanı'nda THY uçağından inen Galatasaraylı futbolcuları gösteriyordu.

Ancak, her iki fotoğrafta da ön planda görülen kişiler siyah takım elbiseli, kara gözlüklü, kısa saçlı ve keskin bakışlı insanlardı.

Yani korumalar.

Birbirlerine hayret uyandıracak kadar benziyorlardı.

Otelde kendi aramızda sohbet ederken, ‘‘Acaba bu özel korumalara gerek var mıydı?’’ diye tartıştık.

Ama yine de, Türkiye'nin futbolcularının güvenliğine önem verdiğini göstermesi bakımından yapılması gerekli bir şeydi diye düşündük.

Yazarın Tüm Yazıları