NAM MYOHO RENGE KYO

İşim zordu: Biri harika bir konser, öteki harika bir yemek... Bir tarafta Miles Davis’in arkadaşları: Herbie Hancock, Wayne Shorter ve Marcus Miller. Öteki tarafta Elton John konseri!

Haberin Devamı

Kritik bir karardı...
İkisinden birini tercih edecektim.
Bir tarafta Elton John konseri.
‘Good By Yellow Brick Road’, ‘Don’t Let The Sun Go Down On Me’, ‘Sacrifice’...
Hele hele o öldürücü ‘Sorry Seems To Be The Hardest Word’.
Kim bilir kaç yalnız gecede, kaç paylaşılmış kozada, tek başına veya iki kişilik harika bir koronun söylediği şarkılar...
Her şeyi kaybettiğimize, hayatın, kapılarını bize bir daha hiç açılmamak üzere kapattığına inandığımız günlerin fon müziği...
Zaman öldürmek için şarkı dinlediğimiz günlerin...


ELTON JOHN’A MI GİDEYİM ÜÇ CAZCIYLA MI KALAYIM

Öteki tarafta, ‘Miles Davis’in arkadaşları’.
Herbie Hancock, Wayne Shorter, Marcus Miller...
Cazın üç devi.
Saint Germain yıllarındaki ‘Whether Report’lu günlerimin adamları.
İşim zordu.
Biri harika bir konser, öteki harika bir yemek.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı binasının roof’undaki X Restoran’da, küçük bir masanın etrafında, bu üç insanla sohbet etmek...
Biri aklın; öteki kalbin seçeceği yol olsa, işim kolay.
Hayatım boyunca hep kalbimin sesini dinledim.
Zararını da görmedim.
Ama burada ikisi de kalbimin sesi.
Zar atsam yere düşmez.
Yine de hiç düşünmeden “İkincisi” dedim.
Üç cazcıyla güzel bir akşam yemeği.
Türkiye’nin en büyük caz hastalarından biri olan Sedat Ergin ise Elton John’u tercih etti.
Kanat Atkaya ve Ezgi Başaran, önce yemeğe gelip, oradan konsere gitme kararındaydı. Ama yemekteki havayı görünce, Elton John’dan vazgeçip kaldılar.

Haberin Devamı

MILES DAVIS’I ANMAYA DAHA O GECE BAŞLADIK

* WAYNE SHORTER, saksofonun dâhisi. Onu ilk defa, 1970’li yıllarda yükselen yeni caz akımının en önemli topluluklarından ‘Whether Report’la dinlemeye başlamıştım.
O güne kadar çıkmış bütün long play’lerini almıştım.
CD’ye geçince onların çoğunu rahmetli Yavuz Gökmen’e vermiştim.

* HERBIE HANCOCK’uysa, daha önceki yıllardan tanıyorum. Caza, elektronik piyanoyu sokan müzisyenler kuşağındandı. ‘Watermelon Man’ parçasını kimbilir başka kaç müzisyenden dinlemiştim.

*MARCUS MILLER ise dünyanın en önemli basçılarından biri.
Miles Davis’in ‘Tutu’ albümünün müziklerinin çoğunu yazan müzisyen.
Üçü de bir dönem Miles Davis’in arkasında çalmışlar. Şimdi ölümünün 20’nci yılında, onun anısına bir konser turu yapıyorlar ve bu tura İstanbul’dan başladılar.
Üç harika müzisyen.

Haberin Devamı

AĞZINA İÇKİ KOYMAYAN BUDİST CAZCI OLUR MU
Caz deyince akla gelen ilk fotoğraf; alkol, sigara, esrar vs’dir.
Yemeğe oturunca şaşırıyorum. Herbie ve Wayne ağızlarına içki koymuyor.
Marcus ise çok az içiyor.
Meğer ikisi de Nichiren Budisti olmuşlar.
İlk defa işitiyordum. Hancock cebinden bir kart çıkarıp gösteriyor.
Üzerinde, ‘Nam Myoho Renge Kyo’ yazıyor.
Nichiren Daishonin, 13’üncü yüzyılda yaşamış bir Budist rahipmiş. Bu dört kelime, onun başlattığı akımın mantrasıymış.
İbadet ederken bunu yüzlerce kere tekrarlıyorlarmış.
HANCOCK’UN NICHIREN BUDİSTİ OLMAYA
KARAR VERDİĞİ GECE
Hancock’un nasıl Budist olduğu da çok ilginçti.
1970’li yıllarda bir grupla çalıyormuş. Grubun basçısı bir akşam olağanüstü bir performans sergilemiş. Hancock da, “Sana ne oldu, nasıl bu kadar olağanüstü çalabildin” diye sormuş.
Aldığı cevap şu olmuş:
“Bir süredir Budizm’le ilgileniyorum ve çevremi yeniden keşfediyorum.”
Bunları konuşurken Yavuz Baydar kulağıma eğiliyor ve “Herbie’nin hayatında seni çok ilgilendiren bir şey var. Sen asıl onu sor” diyor.
Antonioni’nin ‘Blow up!’ filmi, hayatım boyunca beni en çok etkileyen fimlerden biridir. Bilmiyordum, dikkat etmemişim.
Meğer o filmin müziğini Herbie Hancock yapmış.
Hemen konuyu açtım ve hikâyesini dinledim.

Haberin Devamı

ANTONIONI’YE ÖNCE KIZDIM SONRA GİDİP ÖZÜR DİLEDİM

O günlerde henüz 25 yaşındaymış. “Antonioni diye biri aradı. Ünlü bir İtalyan yönetmeniymiş. Bana bu filminden bahsetti ve müziğini yapmamı istedi” diyor.
Filmin senaryosunu okumuş ve müzikleri yazmış.
Film bittiğinde, ilk gösterime çağırmış. Gerisini ondan dinliyoruz:
“Müziğim kaybolup gitmiş. Sanki benim müziğim değil. Çok bozuldum. Ancak eve geldiğimde düşündüm. Bir dakika dedim. Bu senin müziğin değil, onun filmi. Sonra filmi bir kere de bu gözle seyrettim, harika bir şey olmuş.”
İlk yaptığı iş, hemen Antonioni’yi arayıp özür dilemek olmuş.
Eve döndüğümde saat gece 2’yi geçiyordu.
Miles Davis’in ‘Kind of Blue’ albümünü koyup dinledim. Orada çalan müzisyenler farklıydı ama andığım insan Miles Davis’ti.

Haberin Devamı

ÖLDÜĞÜ GÜN ÇETİN BEY’İN ODASINDA NE GÖRMÜŞTÜM
Sıcak bir yaz gecesiydi. Kendimi Faulkner’ın ıslak ve tembel dünyasında hissettim.
Bir de Çetin Emeç’i hatırladım.
Öldürüldüğü gün, Hürriyet’teki odasına girdiğimde, CD çaların üzerinde Miles Davis’in ‘Kind of Blue’su duruyordu.
İki ay önce ben hediye etmiştim...
‘Bir tür mavilik’ yani.
Hayatımızın renkleri gibi.
Bazen mosmor, bazen kıpkızıl, bazen abysiss’ler kadar koyu, derin bir lacivert.
Bazen tozpembe...
Bazen de kapkara...

 

NAM MYOHO RENGE KYONAM MYOHO RENGE KYO
X’teki gecenin sonunda Miles Davis’in hatırasına bu fotoğrafı çektiriyoruz. Soldan sağa Kanat Atkaya, Wayne Shorter, ben, Marcus Miller ve
Herbie Hancock. Miles Davis turu işte burada başlıyor.

 



 

Yazarın Tüm Yazıları