Paylaş
Ama kendim kadar eminim ki, çoğunuzun içindeki duyguyu anlatıyor.
Hatta eksiği var fazlası yok.
Evet arkadaş, son 5 yılda yaratılan bu kapkara iklim, ülkenin çağdaş insanlarını boğacak hale geldi.
Birinin, aramızdan birinin, bunu açıkça söyleme zamanı geçmişti bile.
Bu duygunun özeti şudur:
“Evet ülkemize muhafazakârlık diye yutturulmaya çalışılan, zorlanan, empoze edilen bu iklim artık boğucu hale geldi...”
* * *
Nihayet bir aydın çıktı ve bu hissiyatını, hiç dolandırmadan açıkça ifade etti.
Yazar Nedim Gürsel, geçen haftaki Hürriyet Cumartesi ekinde bu tepkiyi bir patlama halinde dile getirdi:
“Muhafazakârlık artık gına getirecek kadar bir iktidar söylemine dönüştü...”
Bu boğucu duyguyu “Yüzbaşı’nın Oğlu” adlı son romanında mümkün olan en sert üslupla anlatıyor.
Niye böyle bir üslup olduğunu aynı açıklıkla söylüyor:
“Sadece politik alanda değil, entelektüel alanda, eğitim alanında, günlük yaşamımızda, her alanda bireysel özgürlüklerin, düşünce özgürlüğünün giderek kısıtlandığı bir ortamda böyle sert bir üslup kullandım.”
* * *
Çok önemli bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim.
Böyle bir duyguyu bir romanda son defa bundan 35 yıl önce okumuştum.
Adalet Ağaoğlu’nun “Bir Düğün Gecesi” 12 Mart ara rejiminin insanların üzerine kâbus gibi abandığı yılların iklimini” anlatıyordu.
Şimdi bir başka “ara rejimin” romanı yazılıyor.
Yazarın sanatsal alanda koyduğu teşhisi, artık siyaset ve sosyal alanda da koymanın zamanı geldi.
İnsanları, muhafazakârlık görünüşü altında cendereye sokmaya çalışan yılların romanları yazılmaya başlandı.
Bekliyordum, beklediğimden de erken geldi.
Bunu Silivri trajedilerini anlatan romanlar izleyecek.
Sonunda Türkiye, 12 Mart-12 Eylül-28 Şubat-28 Kasım rejimlerinin dörtlemesini yapmış olacak.
* * *
Türkiye, “muhafazakârlık” diye yutturulan postmodern bir baskı rejiminden boğulmak üzereydi...
Çok önemli bir ayrıntı. Sorun, “Muhafazakârlık değil, muhafazakârlık diye yutturulmaya çalışılan otoriter bir ara rejimdir...”
Türkiye işte buna isyan etmektedir.
Tekrar ediyorum, bunun muhafazakâr değerlerle bir ilgisi yok. Dünyanın en gelişmiş demokrasilerinin bazıları, muhafazakâr değerler üzerine kuruludur.
İsyan ettiğimiz şey, “Dejenere edilmiş, istismar edilmiş bir muhafazakârlığın, otoriter bir rejimin payandası haline getirilmesidir.”
* * *
İyimserim... En kötü günleri atlattık...
Halkının küçümsenmeyecek bir bölümüne gına getiren bir iklim artık eskisi gibi yaşayamaz...
Belki son bir otoriter gayrete tanık olacağız...
Ama emin olun bu son olacak...
Gerçek ve yeni Türkiye işte bundan sonra doğacak...
Kendini boğulmuş hisseden yazarların isyanını anlatan böyle romanlar, ara rejimlerin sonunun geldiğini ilan eden manifestolardır...
Çekin artık elinizi ve dilinizi kutsallarımızdan
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün Haber Türk’teki mülakatını baştan sonra izledim.
Kabul, herkes gibi ben de Cumhurbaşkanı’nın ağzından daha kesin ve cesur ifadelerle bazı uyarıları bekledim. Ama hiç önemli değil. Söylenmesi gerekenleri çok nazik şekilde söyledi.
Mülakat için üç gazeteci arkadaşımıza teşekkür ederim.
Sorulması gereken soruları, uzatmadan, gazetecilik mesafesini koruyarak sordular.
Ama Cumhurbaşkanı Gül’e bir şey için özellikle teşekkür ediyorum.
İki saate yakın konuştu...
Ağzından dini kavramlara tek atıf çıkmadı.
Başbakan’ın yıl sonu konuşmasını dinledim.
Son günlerde cemaatle arasındaki atışmaları izliyorum.
Bazılarının tek kelimesini anlamadığım ifadeler var. Sanki bizim üzerimizden iki gizli cemiyet konuşuyormuş gibi geliyor bana.
Her üç cümlede bir Kuran’a, dini kaynaklara, dini kavramlara sığınan zavallı bir tartışma, hatta kavga bu.
Başka Müslümanları bilmem ama benim içimde şu isyan yükseliyor.
“Çekin lütfen artık elinizi ve dilinizi kutsal kitaplardan.
Kutsal kitaplarımız, kutsal şahsiyetler ve metinler hiçbirimizin şahsi kavgalarının müttefiki veya şahidi değildir.”
Barolar Birliği Başkanı’nı büyük takdirle izliyorum
SOSYOLOJİNİN “anomi” dediği dönemler, yani toplumsal çözülmenin başladığı, kuralsızlığın hâkim olduğu dönemler, özel kişileri ortaya çıkarır.
Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, hukuk adına çok güzel bir girişimi yürütüyor.
Cumhurbaşkanı ile görüşüyor, Başbakan’la görüşüyor, öneri götürüyor.
Ve bunu çok zarif, en kızdığı insanları bile dışlamadan ve siyaseti karıştırmadan yapıyor.
Meselelerin abuk sabuk komplo teorileri ve kutsal kavramlara düpedüz hakaret anlamına gelen tanıklıklarla çözülmeye çalışıldığı bir dönemde, o sadece hukukun diliyle çok önemli bir şeyi anlatmaya çalışıyor.
Türkiye’nin bütün sivil kurumları bu sorumluluk duygusu içinde hareket ederse, hepimiz için güzel bir çözüm dönemi açılabilir.
Paylaş