Paylaş
Londra’da çekilmiş.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e verilecek ödül için Londra’ya giden gazetecileri gösteren bir fotoğraftı.
Yalçın Küçük’ün kitaplarında hep rastlarsınız.
Bir ölüm ilanı, bir magazin dergisinden kesilmiş kupür, bir toplantı haberi.
Onun ana kaynağı resim altlarıdır.
İsimlere bakar, oradan çıkıp çok eğlenceli ilişkiler kurar.
Ben de o fotoğrafa bakarken, aklıma üç kelime yapıştı:
“Yeni müesses nizam”.
Biraz küf kokuyor ama kelimenin eski hali, sanki manasını çok daha iyi dolduruyor.
İngilizce adı “Establishment”.
Yeni Türkçeyle “Yerleşik düzen”.
Türkiye’nin “yeni müesses nizamını” kimler oluşturuyor.
Yerleşik düzenin yeni “panteon”unun duvarlarında kimlerin heykelleri var.
* * *
Fotoğraftaki insanların bir kısmı smokinliydi, bir kısmı ise koyu renk elbise giymişti.
Bu kişiler, daha çok, eski “dinsel muhalefet”ten gelen isimlerdi. Bir zamanlar smokini, müesses nizamın başat sembolü olarak görürlerdi.
Kendi kendime dedim ki: “Bu çok güzel bir gelişme. Demek ki, artık semboller üzerinden düşünme, düşman ve dost yaratma devri kapanıyor.”
Haksız mıyım, smokine en düşman “düşünce mahfelerinden” gelenler bile bu giysi ile barıştıysa, “semboller savaşı” bitiyor demektir.
Sembollerle düşünmek, düşünce sefaletinin en alt sıralarındaki insanların alışkanlığıdır.
Mesela onlar için “Hürriyet” sembolik bir düşmandır.
Onunla yatar onunla kalkarlar.
Hasetler, kıskançlıklar, çekememezlikler hep o sembolün içine atılıp karapara gibi aklanır.
* * *
Fotoğraftaki bir cenahı teşkil edenler ise, eski sol gelenekten gelen yeni liberallerdi.
Onların ilk gençliklerinde smokinle sembolik bir dertleri vardı.
Sonra onunla barıştılar. Ama o fotoğrafta smokinleri yoktu.
Bunu da, semboller savaşında bir cephenin düşmesi olarak görüyorum.
Bence bu kare, “yeni müesses nizamın” aile fotoğrafıydı.
Dinsel gelenekle eski sol geleneğin aynı aile fotoğrafında bir araya gelmesi elbette güzel bir şey.
Müesses nizama karşı gerilla gibi savaşarak galip gelmek ve yeni müesses nizamı kurmak.
Fotoğrafta o da bütün açıklığı ile okunuyor.
Sonra başka bir şey daha düşündüm.
* * *
“Vanity Fair” Dergisi iki ay önce yeni “Amerikan müesses nizamının” listesini yayınladı.
Bir numarada Facebook’un kurucusu Marc Zuckerberg vardı.
İlk beşte Apple, Google ve Twitter’ın kurucu ve CEO’ları vardı.
Klasik medyadan ilk beşe giren tek kişi Newscorp’un başkanı Rupert Murdoch’tu.
Tabii bu listeye bakınca, bizimki biraz demode görünüyor.
Bir de şunu düşündüm.
Türkiye’de bundan 20-30 yıl önce, muhalif aydın tipi pekâlâ “müesses düşünce nizamının” önemli bir tipi olabiliyordu.
Hatta müesses nizamı daha çok sol aydınların oluşturduğu bile söylenebilirdi.
Başka bir deyişle, desteklediği siyasi akımlar hiçbir zaman iktidara geçemese bile, o aydın, düşüncenin müesses nizamında yer alabiliyordu.
Türkiye’nin “yeni müesses nizamı” bu aydın imtiyazını tarihe gömdü.
Ötekisi konuşamadığı için, bugünün müesses nizamını, sadece “iktidardaki düşünce zihniyeti” oluşturuyor.
Yeni müesses nizam, “papyonla” “kravatı” ve “koyu renk takım elbiseyi” barıştırdı.
Bu tarihi blokun ilk büyük zaferi ise, “muhalif sesi” müesses nizamın kapısına koymak oldu.
O fotoğraf, eski müesses nizamın ölümünü, yeni statükonun doğumunu anlatıyordu.
Netice; her toplum, hak ettiği müesses nizama sahip oluyor.
Diyeceksiniz ki, “müesses nizamda” yer almak çok mu matah bir şey?
Cevap vermem.
Sadece “müesses nizamın” daha demokratik bir aile fotoğrafına sahip olmasını tercih ederdim.
Siz buna, o kareye girememenin yarattığı kıskançlık da diyebilirsiniz...
Paylaş