ARİFE günü Paris’in "Palais de Chaillot" tiyatrosunun önünden geçerken, Nouvelles Observateur dergisinde okuduğum o sahne gözümün önüne geldi.
1990’lı yılların başında soğuk bir sonbahar günü, büyük siyah bir araba bu tiyatro binasının önünde durur.
İçinden, fötr şapkalı bir adam iner.
Etrafı güvenlik görevlileriyle doludur.
Palais de Chaillot’da, Edmond Rostand’ın "Chantecler"isahnelenmektedir.
Fötr şapkalı adamı hafif bir öksürük nöbeti tutar.
Koruma görevlileri endişelenir, yanındaki arkadaşı "İstersen içeri girip orada bekleyelim" der.
O reddeder.
Tracodero metrosunun çıkış kapısında beklemeye devam eder.
Yanındaki arkadaşı ve koruma görevlilerin şaşkın bakışları altında, Rostand’ın eserinden bazı bölümleri ezbere okumaya başlar.
* * *
Metro kapısındaki fötr şapkalı adam, Fransa’nın efsanevi Cumhurbaşkanı François Mitterrand’dı.
Metro kapısında beklediği insan ise, yıllarca kamuoyuna açıklamadığı, başka bir kadından olan kızı Mazarine’di.
Mazarine biraz sonra erkek arkadaşı ile metrodan çıkıp yanlarına gelecek ve "Beni burada beklemenize gerek yoktu" diyecektir.
Fransız halkına, o çok özlediği "Emperyal" gururu yeniden veren bu büyük siyasetçi, kızını kamuoyuna hayatının sonunda, neredeyse ölüm döşeğinde açıklamıştı.
Ama hayatının hiçbir döneminde onu gizlememiş, kapalı kapılar ardında tutmamıştı.
Daha dört yaşındayken, elinden tutup sirklere, sinemalara götürmüştü.
* * *
Fransa, ölümünün 10’uncu yılında Mitterrand’ı yeniden tartışıyor.
Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, De Gaulle’den sonra halkın en çok tuttuğu cumhurbaşkanı oymuş.
Ama 10’uncu yılında onun en tartışılan yanı, siyaseti değil, insani tarafı oluyor.
Televizyonda yapılan konuşmaları, hakkındaki yazıları okuyorum.
Belli ki Fransa, onu çelişkileri ve zaaflarıyla çok sevmiş.
Daha doğrusu, bir cumhurbaşkanı olarak, sıradan bir insana da ait olan bütün çelişkileri dürüst bir şekilde yaşamasını.
Zaten insani güç dediğimiz şey, karakterini oturduğu koltuğa rehin etmemek değil midir?
Ya da, en yüksek koltuklara bile, kendine ait özelliklerden feragat etmeden oturmak.
Yani, "ciddiyet" kavramının içini, başkalarının sıradan reçeteleriyle değil, kendi tarifi ile doldurabilmek.
* * *
Nouvelles Observateur dergisi Mitterrand’ı "Büyük" yapan çarpıcı ruh durumlarının güzel bir envanterini çıkarmış.
Bir "iktidar adamı" ama aynı zamanda ruhunda muhalifi taşıyan bir insan.
Hem pragmatik, hem idealist
Geleneksel değerlere sahip bir kişilik. Ama aynı zamanda anti-konformist, yerleşik değerlere direnen bir ruh.
Hayata, yaşamaya dibine kadar bağlı bir insan. Ama çocukluğundan beri "ölüm" kavramı ile haşır neşir, adeta ölüme tutkun.
Bir saniye düşünmeden her şeyi riske atabilecek bir insan. Öteki yanıyla ise tesadüflerden, oyunlardan nefret eden bir karakter.
En küçük temkini elden bırakacak kadar aşklarına, dostluklarına bağlı bir adam.
Öteki tarafı ise, insan tabiatı hakkında son derece kuşkucu.
Bir yanıyla sosyalist, enternasyonalist.
Öteki yanı ise sonuna kadar yurtsever.
Bir yanıyla Fransa’yı Fransa yapan her şeye De Gaulle kadar bağlı.
Aynı zamanda Avrupa Birliği idealinin en güçlü savunucusu.
* * *
Mitterrand, özgür bir insandı, hayatı boyunca kimseye bağlanmadı.
Diktatörce olan hiçbir şeye boyun eğmedi.
Zamanın esiri olmamak için, hayatı boyunca kol saati takmadı.
Kendi ahlakını, kendi kurallarını, hatta kendi inançlarını kendi yarattı.
Varlığı işte bu çok yanlı ruhu sayesinde bir efsane haline geldi.
Etkileyici bir kişilik envanteri, değil mi.
Bugünün karmakarışık toplumsal gerçekliklerini bu çelişkilerden yoksun ruh fukaraları kavrayabilir mi?