BİLİYORUM bu, tipik bir pazar yazısı olmayacak. Ne yapayım, bazı yazılar bazı özel günleri bekliyor.
Geçen perşembe, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevimde 17’nci yılımı doldurdum.
Bu koltuğa otururken kendime 5 yıllık bir süre biçmiştim.
Bazıları, birinci yılımı tamamlayamayacağım inancındaydı.
Biraz şans, daha çok patronumun güveni, benim performansımla birleşince 17 yıl gelip geçti.
Hürriyet tarihinin en uzun süre görev yapan genel yayın yönetmeni oldum.
Yanılmıyorsam, rahmetli Abdi İpekçi’den sonra Türk basın tarihinin en uzun süre bu görevde kalmış genel yayın yönetmeni sayılabilirim.
Bütün bunlar bir övünç nedeni sayılabilir mi?
Samimi olarak "Hayır" diyorum.
Bundan kendi kendime bir gurur abidesi çıkaracak kadar da zeká kıtlığı ve megalomaniden nasibimi almış değilim.
Ayrıca bana böyle bir duygu vermediği için de Allah’a dua ediyorum.
Ama çıkardığım bazı dersler, kendim için ve başkaları için yaptığım gözlemler var.
Müsaadenizle bugün bunu anlatmak istiyorum.
Çünkü kendini basın patronu sanan bazılarının buna şiddetle ihtiyacı var diye düşünüyorum.
Buna bir tür "Medya Kábusnamesi" de diyebilirsiniz.
* * *
Bir medya sahibi, gazetelerinin manşetlerini makineli tüfek haline getirmişse, başı kesilmiş tavuk gibi amok koşusuna çıkmışsa...
Bilin ki, saklamaya çalıştığı büyük pislikleri, örtmeye çalıştığı büyük korkuları vardır.
Bir medya sahibi, ödeyemediği kredileri yeniden yapılandırmasını kabul etmeyen banka yöneticilerine ve yakınlarına belden aşağı pespaye iftiralar atmaya başladı mı...
Bilin ki, bulaştığı büyük pislikler, içine sinmiş büyük korkular vardır.
Bir medya sahibi, kendine ilan vermeyen işadamlarına akıl almaz şantajlar yapıyor, gazetelerinin manşetlerini bu şantajın cellat baltası haline getiriyorsa...
Bilin ki, halının altına süpürdüğü iğrenç çöpler, geceleri uykularına musallat olan kábusları, panikleri, paranoyaları vardır.
Bir medya sahibi, kendi yaptığı kanunsuzluklar ortaya çıktığı, kamuoyu vicdanına ok gibi saplandığı zaman, yüzsüz bir hırsız gibi başkalarının üzerine çullanmaya, en vicdansız gözü kara iftiraları atmaya başladığı zaman...
* * *
Bilin ki, panik ve kötülük, ruhunun bütün kılcal damarlarına, sinir uçlarına metastaz yapmış demektir.
Bir vicdan zonası beynini kaplamış demektir.
Bir medya patronu, daha dün geldiği mahallede, ikinci gün Keşanlı Ali edasıyla dolaşmaya, ona buna omuz atmaya başlamışsa...
Bilin ki, yolun sonu yaklaşıyor demektir.
Bir medya patronu, daha dün geldiği mahallede, sırf vakarı yüzünden, sırf onunla dalaşmamak gibi efendice bir tavır yüzünden karşısına kimse çıkmıyor diye kendini Ali kıran baş kesen gibi görmeye başlıyorsa, bilin ki medya çöplüğünde yerini almaya hazırlanıyordur.
Eğer bir medya patronunun çevresini saran profesyonelleri ona, bu mahallenin yakın tarihini hatırlatmıyor, "tarih tekerrürden ibarettir" dersleri vermiyor, onu makul çizgiye çekmeye uğraşmıyorsa...
Bilin ki yöneticileri, o patronu cehenneme götüren yolların taşlarını döşüyorlardır.
* * *
Bunları yazarken karşıma hayalet bir medya patronunu mu koydum?
Öyle bir hayalet portreye ihtiyacım yok.
Yakın geçmiş, 17 yıllık tecrübem bana bunları söylüyor.
Ve son sözüm şu:
Eğer bir medya patronu bunları yapıyorsa ne olur?
Dedim ya, yakın tarih hálá çok yakın...
Medya çöplüğündeki eski medya patronları galerisine girin, onların bugünkü mukallidi kim bakın, portre önünüze çıkacaktır.
İlle de adını koymak, koyucunun zekásına hakaret anlamına gelir...