HAFTA başından beri yurtdışındaydım.Dün arkadaşlarım telefon ettiler.
"Dini hassasiyeti" ağır basan medyanın köşe yazarları benim Danıştay saldırısını "Cumhuriyet’in 11 Eylül’ü" olarak nitelememe çok kızmışlar.
Bunun üzerine 15-20 yazı çıkmış.
Onlar öyle düşünebilir ama, gerek Türkiye’de gerek dünyada onların dışında kalanların olaya bakışı budur.
Bir ülkede, anayasal düzenin en kritik kurumlarından biri basılır ve dini konuda karar vermiş bir dairenin üyeleri toptan öldürülmeye kalkışılırsa, bu tarihi önemde bir olaydır.
O nedenle ben buna "Cumhuriyet’in 11 Eylül’ü" olarak bakmaya devam edeceğim.
Bu ülkenin bir bölümü günlerdir birikmiş şikáyetlerini demokratik yollardan dile getiriyor.
Kocatepe Camii’nin avlusundaki taşkınlıkları bir kenara bırakırsanız, medeni bir Batılı demokraside ne oluyorsa burada da o oluyor.
Makul bir siyasetçi bu duygularla zıtlaşma yerine, onu anlamaya çalışır.
* * *
Yurtdışında düşünmeye vaktim oldu.
Vardığım sonuç şu.
Başbakan Erdoğan’ın bu çizgiye gelmesi biraz zaman alacak.
Basın danışmanlarının ona şunu anlatması lazım.
Hayatlarının büyük bölümü "cemaat gazeteleri" ile ilişki içinde geçmiş.
O medyada "biat" kültürü hákimdir.
Ama bizimkiler "cemaat gazetesi" değil, "cemiyet" gazetesidir.
Biz toplumun merkezindeki "makul çoğunluğa" sesleniyoruz.
Ötekiler "cemaat evlerinden" bir türlü çıkamayan "azgın azınlıklarla" muhataplar.
* * *
"Biat kültürü" ezbere dayanır.
İster dini olsun ister milliyetçi, ister etnik merkezli ister Marksist veya faşist...
Cemaat evlerinde, ezberi bozmaya kalkan "Hain" ilan edilir.
Cemaat evlerinde doğup büyüyenler, dışarı çıksalar da, ilk tehlikede yeniden o evlere sığınırlar.
Dışarıda olup biteni anlamak yerine, küçük cemaat evinden gelen "Sen haklısın", "Sen aslansın" şakşakları ile huzur bulur, kendilerini güvende hissederler.
O yüzden dışarıda bir şeylerin değiştiğini fark edemezler.
Başbakan Erdoğan kritik bir kavşağa geldi.
Önünde iki yol var.
Biri eski "cemaat evine" gidiyor.
Öteki ise "cemiyete".
Eğer bütün Türkiye’nin başbakanı olmak istiyorsa, "cemiyet yoluna" gitmesi gerekecektir.
Yani Türkiye’nin bütün kesimlerinin bir araya geldiği, herkesin kendini güvende hissettiği, birlikte eğlendiği makul çoğunluğun engin kamusal alanı onu bekliyor.
* * *
İsterseniz daha da açık yazayım.
Başbakan Erdoğan laik rejim ve hayat tarzları konusunda endişesi olan insanlarla barışmadan, onlara güven vermeden yoluna devam edemez.
Bir defa daha tekrarlamak istiyorum.
"Onlar Türkiye’nin tamamı" olmayabilir.
Ama onlar Türkiye"nin bir parçası.
Üstelik, Erdoğan’ı "imam hatip", "türban" ve "Kuran kursları" üçgenine hapsetmeye çalışan "Milli Görüşçü" çekirdek tabanından çok daha kalabalıklar.
Erdoğan o insanlarla barışamazsa, bugün değilse bile çok yakın bir gelecekte Batı’yla da küsecektir.
İşte o yüzden diyorum.
Artık cemaat evinden ayrılıp, cemiyet içine çıkma zamanı geldi.
Türkiye’nin bir bölümü en laik mesajını bir cami avlusundan verebildiyse, Erdoğan’ın da Anıtkabir’den vereceği çok sağlam ve birleştirici mesajları olabilir.
Emin olunuz cemiyet de bunu bekliyor...
* * *
Başbakan’ın dün AKP Grubu’nda yaptığı konuşmayı işte bu bakımdan önemli buldum.
"Öteki" kavramını reddediyor.
"73 milyonun hükümeti" olduğunu kabul ediyor.
Buna Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün "Ülkeyi Anayasal kurumlarla yönetmenin bilincindeyiz" sözlerini ekliyorum.
Öyleyse bunun gereğini yapma zamanı.
Teşhiste anlaştıysak, onun arkasındaki çete kimse hep birlikte üzerine gider, her şeyin açığa çıkması için mücadele ederiz.
Yani biz bu olayı, Erdoğan’ın eski partisinin başkanı Erbakan gibi "fasa fiso" veya "glu glu dansı" olarak görmeyiz.
O bakımdan bu iki konuşmayı rejimin merkezinde, yani cemiyetin ortasında buluşmak için "çok ciddi siyasi bir vaat" olarak kabul ediyorum.
Türkiye’yi esenliğe çıkaracak olan tavır da budur.