Paylaş
İnsafın bir ölçüsü olmalı. Bu ölçü kaçtığı zaman ortaya medyatik bir pespayelik çıkıyor. İşte size bir örnek.
Fransa'da bugün piyasaya çıkacak olan Le Figaro Magazine Dergisi'nde Franz-Olivier Giesbert imzalı bir başyazı var.
Yazıda, Abdullah Öcalan'ın Türkiye tarafından ‘‘skandal bir yöntemle’’ yakalandığı ifade ediliyor.
Bunu yazan kişi, aynı cümlenin üç satır altında ise ‘‘PKK'nın terörist bir örgüt’’ olduğunu yazıyor.
* * *
Bunu yazan kim?
Bir Fransız.
Fransa neresi?
Çakal adı verilen teröristi Sudan'da yakalayıp getiren ülke.
Adama sormazlar mı?
Oraya buraya üç beş bomba atıp, üç beş polisi öldüren bir teröristi Fransa hangi yöntemlerle alıp getirdi?
Yahu senin devletin, o adamı hasta yatağından kaldırıp Fransa'ya kaçırmadı mı?
Senin devletin, üç beş yeşil eylemcisine bile tahammül edemeyip, başkasının topraklarında gemilerini batırtıp öldürtmedi mi?
Senin polisin, sırf iki polisi öldürdü diye bir cezaevini kaçağını Concorde Meydanı'nın ortasında, teslim olmasına fırsat vermeden delik deşik edip bırakmadı mı?
Sormazlar mı?
Apo denen teröristin, yeni doğmuş bebekleri gaddarca kurşunlamasını skandal olarak nitelemeyen bir yazarın, o caninin alıp getirilmesini skandal olarak nitelemeye hakkı olabilir mi?
Olamaz...
Ve biz sorarız. Böyle çifte standartlı bir kafanın Avrupa medeniyeti coğrafyasında ne işi vardır?
Asıl skandal bu değil midir?
* * *
Ama yetmiyor.
Aynı yazar, makalesinin sonunda iyice azıtıp, Sevr Antlaşması'nın uygulanmasını istiyor.
Biz Sevr paranoyası ile yaşayanlardan değiliz.
Çünkü, bu milletin muhteşem bir kurtuluş ruhu ile o antlaşmayı tarihin dipsiz kuyularına attığını biliyoruz.
Durum böyleyken Sevr'i istemenin anlamı nedir?
Cehalet mi? Birilerinin dolduruşu mu?
Yoksa Türkiye'ye karşı bitmeyen o derin intikam duygusunun şuur altından çıkarıp yazı haline getirdiği nefret mi?
Hiç fark etmez.
Sonunda bunların hepsi gelir, bir Lord Byron taklitçiliğine saplanıp kalır.
Londra'da, Paris'te otururlar, birlikte yaşayan insanları kışkırtırlar.
On binlerce insanın ölümüne neden olup, sonra onlara ağıt yazarlar.
Ne yazık ki, Balkanlar'ın ve Ortadoğu'nun dramında bu Lawrence özentilerinin, bu demode Lord Byron taklitçilerinin ağır sorumluluğu vardır.
Üç beş kişinin katilinin, başka ülkelerden alınıp getirilmesini alkışlarlar.
Ama siz 30 bin kişinin katilini, yeni doğmuş bebeklerin katliamcısını alıp getirince, utanmadan ‘‘skandal yöntemlerden’’ söz ederler.
* * *
Yemezler.
Türkiye artık bunları yutmuyor. Lord Byron mukallitlerini takmıyor.
Türkiye kendi işine bakıyor.
19'uncu yüzyıl çoktan gerilerde kaldı.
Siyasi coğrafyalar yeniden çizildi. Sevr, ayağına beton ağırlıklar takılıp denizin ortasına gömüldü.
Bizim işimiz var.
Lawrence nostaljiklerinin, Lord Byron mukallitlerinin ipe sapa gelmez yazılarıyla kaybedecek zamanımız yok.
Türkiye şimdi ileriye bakıyor.
Önünde tarihi bir fırsat var.
Dağlardaki çocuklarını indirip, onlara yeni bir hayat sağlayacak.
Kanı durduracak.
Ülkesini 21'inci yüzyıla insana saygılı, müreffeh, mutlu bir ruhla sokacak.
Abdullah Öcalan, bu ülkeye gerçekten hizmet etmek istiyorsa hemen o çocuklara çağrı yaparak dağdan indirtmelidir.
Elden düşme Lord Byron mukallitleri artık aramızdan çekilmelidir. Çekilmelidirler ki, birbirimizi görelim ve yeni Türkiye'yi yaratalım.
Paylaş