Kurucu babaların yaş günü

ARADAN tam 20 yıl geçmiş. Aydın Doğan Karikatür Yarışması’nın ‘kurucu babaları’, 20 yıl sonra Boğaz’ın Anadolu kıyısındaki bir restoranda yine bir aradayız.

Önce aramızdan ayrılanları yád ediyoruz.

Roland Topor genç yaşta aramızdan ayrılmış.

Karşı tarafta eski Ziya Restoran’dan yukarıdaki Boğaz Köprüsü’ne bakan hüzünlü yüzü hálá hafızamızda duruyor.

‘Mad’ Dergisi’nin bütün gençliğimize damgasını vuran Don Martin artık yok.

Ama Ralph Steadman hálá aynı.

* * *

Ona, intihar eden arkadaşı yazar Hunter Thompson’u soruyorum.

Hunter Thomson’u son defa geçen ekim ayında görmüş.

Ölümünü bir arkadaşının telefonundan öğrenmiş.

Eşi ve kızı yan odadayken silahı ağzına dayayıp tetiği çekmiş.

Kızı o anı Ralph’e şöyle anlatmış: ‘Yan odada ciltli ağır bir kitap yere düştü sandım.’

Şimdi Hunter Thompson adına bir vakıf kurmuşlar.

Birçok aktör, vakfa yardım ediyormuş.

Tabii ki başta Jack Nicholson.

Sean Penn, Johnny Depp, John Cusak, Bill Murray.

İsimler beni hiç şaşırtmıyor.

Hepsi de Hollywood’un asi ve aykırı çocukları.

Ralp’ten jürinin öteki üyelerinin dedikodularını da alıyorum.

1970’li yıllardan beri hayranı olduğum Charlie Hebdo Dergisi’nin isyankár çizeri Wolinski de Antalya’ya gelmiş.

Ancak önceki sabah Fransa’ya dönmüş.

‘Niye bir gün daha kalmadı’ diye sordum.

Ralph’in yüzüne hınzır bir ifade geldi.

‘Galiba Fransız Cumhurbaşkanı ona Legion d’Honneur mü ne verecekmiş. Nişanı almaya gitti’ diyor.

Demek ki aradan epey yıl geçmiş.

* * *

1970’li yıllarda Charlie Hebdo ve Wolinski demek, ‘Devlete karşı her şey’ demekti.

Düşünüyorum. Acaba bu 30 yılda kim değişti?

Wolinski mi? Yoksa Fransız Devleti mi.

Neyse bu derin tartışmayı, ‘aydının ille de devlete karşı olması gerektiğini’ düşünen aydınlarımıza bırakalım.

Wolinski,
Antalya’da TRT’ye demeç vermiş. ‘Referandumda evet oyu kullandım. Türkiye mutlaka AB’ye girmeli’ demiş.

Sağ tarafımda 20 yıl önceki küçük çetemizin bir başka ağır topu oturuyor.

Çek Cumhuriyeti’nin büyük çizeri Adolf Born.

Tam 20 yıl önce hep birlikte yaptığımız Antalya-Mersin-Kapadokya-Ankara yolculuğunu hatırlıyorum.

Herkes Ralph Steadman’a, ‘Bu muhteşem şeyleri çizmek için uyuşturucu mu alıyorsun’ diye sorarmış.

‘Uyuşturucu kullanmadığıma kimseyi inandıramadım’ diyordu.

Ama Kapadokya’yı gördüğü zaman, kendi kendine ‘Acaba Tanrı burayı yaratırken ne kullanmıştı’ diye sormuş.

Adolf Born monarşist bir çizer.

Avusturya-Macaristan imparatorluğu hayalleriyle yaşıyor.

Osmanlı İmparatorluğu’na hayran.

O yüzden çizgilerinde Osmanlı sultanları, paşaları büyük yer tutuyor.

Küçük bir tarihi dedikodu veriyor.

‘Osmanlı’nın Viyana’yı kuşatması sırasında Avusturyalılara yardıma gelen Leh Prensi Jan Sobieski’ye daha sonra ne yapmışlar biliyor musun?’

Avusturyalı soylular, Viyana’nın kurtuluşu için düzenledikleri şölene onu davet etmemişler.

Herhalde Leh köylüsüdür diye düşünmüşlerdir.

Onları dinlerken dalıyorum.

1985 yılında Türkbükü’ndeyiz.

Ben henüz öğretim üyesiyim.

Ralph, eşi ve kızı, ben eşim ve kızım birlikte tatil yapıyoruz.

O sıralarda Türkbükü henüz Türkiye’nin Saint Tropez’i olmamış.

Eda Pansiyon’da kalıyoruz.

Özdemir İnce ve Ülker, Prof. Şahin Yenişehirlioğlu, Prof. Filiz Yenişehirlioğu ve kızları da orada.

Pansiyonun barında ise Selahattin Hilav oturuyor. Ne zaman baksak orada.

* * *

O yıl çok eğlenmiştik.

Henüz hiçbir arkadaşımız, silahı ağzına dayayıp tetiği çekmemişti.

Hiçbirimiz harakiri yapmamıştık.

Çocuklarımız sahilde oynuyordu.

Ve bizler, plajın ucundaki o sakin kafede, birbirimizi bir daha ancak 20 yıl sonra görebileceğimizi düşünmüyorduk.

Şimdi küçük çetemiz yine bir arada.

Tabii ki 20 yıl önce hepimizi bir araya toplayan Semih Balcıoğlu yine masanın başında.

Öbür uçta ise çetenin iki genç ismi oturuyor.

Latif Demirci ve Ahmet Hakan.

Önceki akşam işte böyle bir 20’nci yıl kutlamasıydı.
Yazarın Tüm Yazıları