Paylaş
Akbük’deki evimde total bir tembellik yaşıyorum.
Mesela, memleket meseleleri ile zerre kadar ilgilenmiyorum.
Dolayısıyla memleketi bir baştan ötekine dolaşan tartışmalara Fransızım.
***
Fransız olduğum için Fransız müziği dinliyorum.
Wes Anderson’un harika filminde yeniden parlayan Françoise Hardy’nin “Le temps de l’amour” şarkısını günde en az üç kere dinliyorum.
Üniversite kampusuna döndüm.
Sabahları komik bir şekilde uyanıyorum.
Sabah kahvemi tarif edilmez bir keyifle içiyorum.
***
Köyde ramazan davulcusu yok.
Dolayısıyla ramazanı da hissetmiyorum.
Üzerimde harika bir Oblomovluk hali var.
Kimse beni sinirlendiremiyor.
CHP Tunceli Milletvekili’nin kaçırılması beni şaşırtmıyor.
Türkiye’nin içine girdiği “Alçak basınç atmosferi’’nin en azından, mevsimlik etkilerini yok sayabiliyorum.
Anlayacağınız, memleketimin uğultusu bana bir maç vuvuzelası gibi geliyor.
***
İç dünyamdaki en insani kontenjanı üzülmeye ayırdım.
Müşfik Kenter’in ölümü beni çok etkiledi.
Her şehit haberi beni hâlâ yerle bir ediyor.
“Alçak basınç atmos-feri’’nin Silivri zindanlarına doldurduğu insanların hoyratça bir unutulmuşluğa terk edilmelerine kahroluyorum.
Bir yandan unutmaya çalışıyorum; bir yandan hiç unutamıyorum.
O zindanlardan kalkan geceyarısı ekspresleri, gelip gelip ruhumdaki istasyonlara giriyor.
***
Yine de tatil yapıyorum.
İçimde hınç yok.
Kapasitem sadece derin bir hüzünü kaldırmaya müsait...
Günde üç kere Françoise Hardy dinliyorum.
Her sabah kalkıyorum.
Kalbim küt küt atıyor.
Burjuvazinin maskeli muhafazakar balosu
Yaz tatilinde şunları anladım.
-KOPMAYI ÖĞRENDİM; Umursamazlık ve takmazlık olağanüstü bir duyguymuş.
Kopmak, hafiflemek, ciddiye almamak müşiş bir mutlulukmuş.
-HAYATIMIN MERKEZİ; Hayatımın merkezini ve önem hiyerarşisini keşfettim.
Somut ve soyut durumun, soyut ve somut muhasebesini yaptım. Baktım ki her şey yerli yerinde.
-HAYAT ÖNCELİKLERİM; Hayat hiyerarşimin tepesinde ne var? Herkesinki kendine.
Ama ne yok derseniz; köşe yazarlarının yüzde 90’ının çook ciddiye aldığı şeyler yok.
-MAYOLAR KISALMIŞ; Tatilde fark ettim ki; erkek mayoları kısalmış.
Kimine göre sörf; kimine göre haşemanın istibdadı son ermiş.
-BURT LANCASTER; Kendime kısa bir mayo aldım.
İlk his; Kendimi “From here to eternity” filminin plaj sahnesindeki Burt Lancaster gibi hissettim.
Yüzünüzdeki şeytani ifadeyi, buradan görüyorum.
Yanımda kimse yoktu.
Sadece hissetim.
-MURAT BOZ OLAYI; GezdiĞim yerlerde fark ettim ki erkekler bedenlerine eskisine göre çok daha fazla dikkat ediyor.
Yani Murat Boz olayı sadece bir güneş ışığı kazası.
-ANLADIM Kİ;
Kadınlar 40 yaş güzelliğini ve iktidarını tamamen keşfetmişler.
Gittiğim her yerde 40 yaş kadınının güzelliğini ve cazibesini bir kere daha fark ettim.
Herkes bilsin ki; 21’nci Yüzyıl 40 yaş kadınının röne-sansıdır. Doruğu da 47 yaştır.
-HİSSETTİM Kİ;
Geleneksel muhafazakârlar, ramazanı eskisine göre daha sessiz yaşarken; Yeni dönemin yeni muhafazakârları, daha göstere göstere yaşıyor.
-FARK ETTİM Kİ;
Burjuvazinin bir bölümü sahteliği her yerinden sarkan janjanlı bir muhafazakâr davranış geliştirmiş. Yeni moda kısa mayomun içinden o cenaha bakınca, bende maskeli muhafazakâr balo etkisi yarattı.
-FARK ETTİM Kİ;
Torunum Zeynep, annesi gibi çok güzel bir genç kız oluyor.
Sinan Ali ise abartmıyorum; Brad Pitt.
-FARK ETMEDİM; Gezdiğim yerlerde “Bu yazın şarkısı” diyebileceğim bir şarkı dinlemedim.
Belki vardı da ben fark etmedim.
-ŞİMDİ ANLADIM;
Yaşım ilerledikçe dolunay beni daha çok etkiliyor. Ağustosta bunu fark ettim.
İngilizce’deki “Moonstruck” yani ay çarpması kelimesinin manasını iyice öĞrendim.
-HAK VERDİM;
Emin Çölaşan’ın her tatile çıkış yazısında yaptığı gibi, bu defa da öteki köşe yazarlarını “İki şık şık, bir tıktık” kolaycılığı ile eleştirdiğini; Bu eleştirisinde çok haklı olduğunu anladım.
-AMA GÖRDÜM Kİ;
Köşe yazarları arasında “ıki şık şık, bir tık tıklık” yarışında kimse kimseden geri kalmaz.
Kimseye haksızlık etmeyelim. Emin’e de... Düşmanları bu yarışta onun gerilerde kalacaĞını sanırlarsa, çok yanılırlar.
Tatil dönüşü bunu yine görecekler...
Paylaş