Köşe yazarları ciddiye alınmalı mı

UZUN yıllar önce Arjantinli yazar Borges’in bir hikáyesini okumuştum.

Belki yanlış hatırlıyorum.

Bu yaz aylaklığında bakmaya da üşeniyorum.

Ama aklımda kalan hikáye çok güzeldi.

Borges yeryüzünde yaşayan canlılarla ilgili hayali bir sınıflandırma yapıyordu.

Yanılmıyorsam, dünyada 7 tür canlının yaşadığını söylüyordu.

Yüzenler, uçanlar, koşanlar gibi.

Ama bu canlı türlerinden en ilginci şuydu:

‘Uzaktan bakıldığında küçük görünenler...’

* * *

Biliyorum, ‘Bunda ne var?’ diyeceksiniz.

Haklısınız, perspektif kurallarına göre, uzaktan bakılan her şey daha küçük görünür.

Ama ben bu hikáyeden esinlenerek, bu sınıflandırmayı bir adım daha ileri götürmek istiyorum.

Yani şöyle bir şey:

‘Uzaktan bakıldığında küçük görünen, yakınlaştığında yine küçük görünen varlıklar.’

Bu sınıflandırmayı yaptıktan sonra kendi kendime şu soruyu soruyorum:

Acaba biz insanların bir bölümü, bu sınıflandırmaya mı giriyoruz?

Yani bu tür varlıklar mıyız?

Geçen ağustos ayında zatürree olduğum zaman, doktorlardan çok ilginç bir gerçeği öğrenmiştim.

Güneş ışınları insanın direncini, yani bağışıklık sistemini zayıflatırmış.

İşte bu tıbbi gerçeğe sığınarak, kış aylarında cesaret edemediğim bir konuyu yazmaya karar verdim. Anlayacağınız bu, direnci kırılmış bir dimağın eseri.

Ciddiye alan alır, ama almak istemeyenin de haklı gerekçeleri olabilir.

Sormak istediğim soru şu:

Acaba ‘köşe yazarlığı’ dediğimiz meslek Borges’in sınıflandırmasında yer almayan bir canlı türü müdür?

* * *

Şöyle bir sınıflandırmadan söz ediyorum:

‘Uzaktan bakıldığında büyük görünen, ama yakınlaştıkça küçülen varlıklar.’

Bu soruyu sormaya nereden cesaret ettiğimi anlatayım:

T.S. Elliot, ‘Çorak Ülke’ şiirine şöyle bir mısra ile başlıyor:

‘Nisan ayların en zalimidir.’

Ben de bu mevsim psikolojisine şu mısra ile katılıyorum:

‘Yaz mevsimlerin en aylağıdır.’

Böyle olunca da önünüze gelen gazetelerdeki bütün yazıları okursunuz.

Mesela yabancılara arsa satışını, ‘vatan toprağı satmak’ gibi gören yazıları.

* * *

Ve kendi kendinize sorarsınız:

Bu insanlar hangi yüzyılda, hangi çağda yaşıyorlar?

Ama bu sadece bir örnek. Tembellikten kurtulup biraz daha kafa yorsam, üç dakika içinde en az otuz tane böyle örnek bulabilirim.

Mesela kendi üç-beş kişilik cemaatinin hoşuna giden basmakalıp cümleleri papağan gibi her gün tekrarlayan, insani duygulardan sadece ‘düşmanlığı’ ve ‘menfiliği’ tanıyan yazar cinsleri.

Kızdığı ve düşman olduğu insanların iyi yanlarına karşı ilelebet kör, sağır ve dilsiz taklidi yapan köşe yazarları.

Dedim ya, üşenmesem onlarca, yüzlerce örnek bulurum.

Diyorum ki, işte bu insanlar Borges’in canlılar sınıflandırmasında yeni bir kategoriyi hak ediyorlar.

* * *

Ben bazı köşe yazarlarını ve internet sitelerini ciddiye almamayı çoktan öğrendim. Daha doğrusu bana zorla öğrettiler.

Küçükken, yerde bulduğum Arapça harflerle yazılı her yazıyı Kuran-ı Kerim zannedip, yerden alır, öper, alnıma koyar ve yüksek bir yere kaldırırdım.

Ama zamanla eski yazıyla yazılan her şeyin kutsal bir metin olmadığını öğrendim.

Tıpkı köşe yazısı diye yazılan her yazının ciddiye alınacak bir şey olmadığını öğrendiğim gibi.

Ciddiye almadığım bir şeyden korkmam için bir neden de yok.

O nedenle yaptığına inanan, hesabını verebilen dürüst ve açık insanlara seslenmek istiyorum:

Böyle köşe yazarlarını ciddiye almayın.

Böylelerinden korkmayın.

Biliniz ki 3-5 kişilik fanatik taraftarı dışında hiçbir cemaatleri yoktur.

Bildiğiniz yolda devam edin.

Sonunda onların da bir oyu var, sizin de.

Diyeceksiniz ki: ‘Ya senin...’

Benim de bir oyum var.

Sadece bir tek oy...
Yazarın Tüm Yazıları