Ertuğrul Özkök: Kör mağara balıkları






Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

1984 yılının yağmurlu bir sonbahar günüydü. O günü çok iyi hatırlıyorum. Çünkü Paris'teki Pere la Chaise mezarlığına ilk ve son defa o gün gitmiştim.

Yılmaz Güney öleli çok az bir zaman geçmişti.

Onun mezarını arıyordum.

Üzerinde çok çiçek bulunan bir mezarın başına geçip dua etmiştim.

Sonradan bana yanlış bir mezar yerinin tarif edildiğini, başında dua ettiğim mezarın bir Filistinliye ait olduğunu öğrenmiştim.

Sonra mezarlığı dolaşmıştım. Chopin'in, Bizet'nin, Edith Piaf'ın, Balzac'ın, Oscar Wilde'ın mezarlarının başında durmuştum.

* * *

Son durağım ise Jim Morrison'un mezarıydı.

Bir türbeye dönmüştü.

Ölümünün üzerinden 13 yıl geçtiği halde mezarı taze çiçeklerle doluydu.

Mumlar yanıyordu...

1971 yılıydı.

Ben, Paris'e geleli bir yıl olmuştu. Jim Morrison, o yıl Pere la Chaise'e gelip, benim de uğradığım mezarlıkların önünde durmuştu.

Bu ziyaretten iki üç gün sonra bir otel odasında ölmüştü...

Pop müziğin en aykırı çocuklarından birinin kısa hayatı orada noktalanmıştı.

Tıpkı o şehrin hemşerisi Rimbaud gibi ebedi gençliğe orada mahkûm olmuştu.

1948 yılına dönüyoruz.

Amerika Birleşik Devletleri'nin Santa Fe şehri yakınında seyahat etmekte olan bir aile, yolun üzerinde bir kazayla karşılaşır.

Yola devrilen bir kamyondan fırlayan cesetler ve yaralı insanlar yola saçılmıştır.

Bunlar Pueblo Kızılderilileridir.

Arabada annesi ve babasının yanında seyahat eden 4 yaşındaki çocuk, dehşet içinde can çekişen insanları seyretmektedir.

Babası arabadan inip, onları izleyen bir kişiyi ambulans çağırmaya gönderir.

Sonra bütün aile arabalarına binip oradan uzaklaşır.

Arabadaki küçük çocuk ise hıçkırıklar içinde anne ve babasına, ‘‘Ne olur geri dönüp onlara yardım edelim’’ diye yalvarmaktadır.

Babası onun başını okşayıp şunu söylemekle yetinmiştir:

‘‘Dert etme Jimmy, kötü bir rüyaydı, hepsi geçti.’’

Küçük Jimmy, yıllar sonra arkadaşlarına şunu söyleyecektir:

‘‘O anda ölen bir Kızılderilinin ruhu benim bedenime geçti.’’

Rock müziğin gizli ve hüzünlü entelektüeli, işte o gün can çekişen Pueblo Kızılderilileri arasında doğmuştur.

O gün henüz dört yaşındadır.

Ama isyan eden karakteri, bedeninden bağımsız olarak o gün doğacaktır.

* * *

O gün Paris'te olağanüstü bir şey yoktu.

Her taraf Amerikalı turist doluydu.

Jim Morrison'un, Pere la Chaise mezarlığının ölü müzisyenler bahçesini ziyaretinin üzerinden üç beş gün geçmişti.

Kısaca, Doors topluluğunun menajerinin, Paris'ten o meşum telefonu aldığı saatlerde her şey sakindi.

Arayan Jim Morrison'un, ‘‘Bütün hayatımın kadını’’ dediği Pamela idi.

‘‘Hemen buraya gel’’ demişti.

Paris'te onları mühürlü bir tabut bekliyordu.

‘‘Akrep burcunun’’ hüzünlü isyankárı Jim Morrison, o gece otel odasında ölmüştü.

Ölüm raporunu hazırlayan doktor, ‘‘Kalp krizi’’ diye yazmıştı.

Ancak daha sonra bu doktorun peşine düşenler, onun adını tabipler odası listesinde bulamayacaklardı.

Sevgilisi Pamela iki yıl sonra aşırı dozdan ölecekti.

Esrarengiz doktor da bir daha hiç ortaya çıkmayacaktı.

* * *

Jim Morrison lisede, James Joyce'un Ulysses'ini okuyup anlayabilen tek öğrenciydi.

Amerikalıydı, ama daha o yıllarda Baudelaire, Rimbaud, Artuaud okuyordu.

Nietzsche ve Ginsberg'i keşfetmişti.

Yıllarca gizli kalan şair tarafını, sadece hayatının kadını olan Pamela'ya emanet etmişti.

Karanlık onun en kendine ait tarafıydı.

O mühürlü tabutun karanlığında acaba ne hissetmişti?

Bunun cevabı acaba, sadece yüz kişiye gönderdiği şiir kitabındaki o mısra mıydı:

‘‘Rahimde hepimiz kör mağara balıklarıyız.’’

* * *

Yıllarca merak ettim. Böyle yaratıcı bir deha neden ille de ölümü seçer? Neden?

Cevabını, yıllar sonra Çiviyazıları yayınevinin yayınladığı, ‘‘Tanrılar Yeni Yaratıklar’’ kitabındaki şu cümlelerde buldum:

‘‘Diyelim ki sadece gerçekliğin sınırlarını deniyordum. Neler olacağını merak ettim. Hepsi bu: Sadece merak.’’

Yazarın Tüm Yazıları