Kod adı Zincirlikuyu

DÜNKÜ Hürriyet’in ikinci sayfasında onun ölüm haberini çok güzel bir başlıkla vermişler:

“İstanbul, sevgilisi Monik’i kaybetti”.

Haberin Devamı

Onu son defa, bir buçuk ay kadar önce Paris’te Charles de Gaulle havaalanında Türk Hava Yolları uçağını beklerken görmüştüm.

Yorgundu, daha doğrusu bıkkın ve kırgın...

Canı kadar sevdiği Saray Arkası Sokak’taki evinin önüne, nasıl izin alınmışsa alınmış, dev gibi bir bina dikiyorlardı.

Bütün manzarası kapanmış, o güzelim Boğaz gözünün önünde kaybolup gitmişti.

Kapanan o manzara, onun İstanbul hülyasını da söndürmüştü sanki.

Monik kırgındı.

Evinin önünü kapatanlara, o izni verenlere, o binayı yapanlara, yaptıranlara kırgındı.

Davadan davaya koşuyor, yıkılmış ruhu, günde 4 ensülin iğnesinden yorulmuş bedenini ondan da daha da ağır bir yükün altında eziyordu.

* * *

Burla biraderlerin kızıydı.

Yani 40’lı, 50’li yıllarda, Türkiye’de ithalat denince, her şeyi ifade eden bir ailedendi.

Büyükbaba, Selanik’ten Atatürk’ün mahalle arkadaşı. İstanbul’a birlikte gelmişler.

Genç kızlığın keyfini, böyle bir ailenin imkânlarıyla yaşamıştı.

İstanbul’un İstanbul, İstanbulluluğun, İstanbulluluk olduğu yıllardı.

Farkında olmadan hepimiz onu sevmiştik. Gazetelerin sosyete sayfaları, dergiler yıllardır bize hep onu anlatmıştı.

Monik sanki her yerdeydi, sanki onsuz bir davet, sosyete daveti sayılmazdı.

Ayşe Arman’a 2004 yılında verdiği mülakatta İstanbul’un yeni sosyetesini şöyle tarif etmişti:

“Sosyete dediğin bugün altyapı Bizans, üstyapı Osmanlı, müthiş bir Fellini filmi kadar eğlenceli.”

O, sosyete değil, “cemiyet hayatı” demeyi tercih ediyordu. Bugünkünü ise küçümsemiyor, kendine has zarafetle ti’ye alıyordu.

“Eskiye oranla tek fark şu. Çek defteri ve banka karnesinin değeri arttı. 10 sene evvelki yeni zengin, bugünün aristokratı. İki jenerasyon otomatik olarak aristokrat oluyor. Bunu da kabul etmek gerekiyor. Önümüzdeki hafta Rafi Portakal’ın bir sergisi var. Şahane tablolar sergilenecek ama milyon dolarlık tablolar. Bir arkadaşıma, ‘Bunları kim alır ki? Sakıp Bey öldü, Koç’ların evinde de artık yer yok’ dedim, bir-iki isim daha sayıyordum ki, ‘Monik’ dedi, ‘Sen ki bu şehirde herkesi bilirsin. Four Seasons’u Yapı Kredi’den satın alan adamı tanıyor musun? ‘Yo’ dedim. ‘Ya işte’ dedi, ‘Artık adını bile bilmediğimiz bir dolu zengin var. Merak etme o tabloları da alan çıkar’ Haklıydı.”

Bunun üzerine Ayşe soruyor:

“Yani siz para el değiştirdikçe, eskinin görgüsü yok oluyor diye paniğe kapılanlardan değilsiniz.”

Monik’in cevabı şu:

“Hayır çünkü görgü çoktan gitti. Bir gün birine dedim ki, ‘Ah o eski görgü, asalet...’ Lafımı kesti ‘Karın doyurmuyor hanımefendi’.”

“Sosyete” dendiğinde, İstanbul’da sadece 22 aileden söz edilen bir dönemde yaşadı gençliğini.

İstanbul denince, Burla biraderlerin akla geldiği bir İstanbul’du o.

Daha 60 yaşındaydı ve son günlerini, canı kadar sevdiği İstanbul’la arasına giren o heyula ile uğraşarak geçirdi.

* * *

Bazı insanlar vardır, hep hayatımızdadırlar.

Niye öyledirler, bunu ne biliriz, ne de sormak gerekir.

Monik işte öyle bir insandı.

Onun vedasıyla, cemiyet haberleri en renkli baharatını kaybetti.

Onunla ilgili bir veda ayrıntısı vereyim.

Ayşe Arman’la yaptığı sohbet şöyle bitiyordu:

“Bir gün bir arkadaşım dedi ki, ‘Sen bildiklerinin onda birini anlatsan...’ Ben cümlenin devamını hemen şöyle getirdim: ‘Türkiye’yi terk etmem lazım’. Ne var ki, bana zaten Zincirlikuyu derler, mezarlık gibiyimdir, hiçbir şeyi anlatmam.”

Her şeyi anlatarak rezil olmak da var, hiçbir şeyi anlatmadan gerçek bir aristokrat gibi gitmek de...

Monik, kendine yakışanı, yani ikincisini yaptı.

Yazarın Tüm Yazıları