Paylaş
Nagehan Alçı’nın köşesini okuyunca önce hayretler içinde kaldım.
Sonra tarifsiz bir umut...
*
Yazdığı şu:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünya çapında bir ekonomiste kabineye teklif yapmaya hazırlanıyormuş.
Bu kişi de son
yıllarda sık sık Nobel alacağından söz edilen Daron Acemoğlu’ymuş...
*
Hayali bile yetti...
Keşke Cumhurbaşkanı teklif etse...
Keşke Daron Acemoğlu da kabul etse...
*
Çünkü bu sadece ekonomik bir karar olmaz...
Cumhurbaşkanı’nın seçim öncesi verdiği “Daha özgür, daha adil, daha demokrat” bir Türkiye için de niyet mektubu olur...
Olur mu böyle bir şey...
Bence zor... Hatta çok zor...
*
Yine de şunu söyleyeceğim.
Cumhurbaşkanı böyle bir teklif yaparsa çok umutlanırım, bütün kalbimle destekler, avuçlarımı patlatıncaya kadar alkışlarım.
*
Bir Türk vatandaşı olarak Daron Acemoğlu’na bu görevi kabul etmesi için bütün kalbimle destek verir, hatta ricacı olurum.
*
Tekrar ediyorum... Altını çizerek bir kere daha yazıyorum.
Çünkü bu bir Kemal Derviş olayı değildir...
Çok daha ileri bir niyet mektubudur.
*
Hatta sadece Cumhurbaşkanı’nın bunu düşünmesi, teklif etmesi bile çok önemli bir adımdır..
*
Hayali bile çok güzel ve önemli bir şeydir...
DARON ACEMOĞLU DA ÖZAL GİBİ 3 HÜRRİYETÇİ
- Acemoğlu, tarihte otoriter yönetimle büyüme yoluna giren ülkeler için diyor ki: “Otoriter büyüme tıkanmaya mahkûmdur.”
- “Medyanın ve piyasanın siyasi otoriteye karşı özgür olması, yaratıcı düşüncenin ve girişimciliğin gelişmesi için şarttır” diyor.
- Bir de “Kurumsal yapılar doğal kaynaklardan daha önemlidir” diyor.
30 OCAK 1988 GECESİNİN SON TANIĞI DA GİTTİ
DÜN arkadaşım Şule Bucak bu fotoğrafı gönderdi..
Üzerinde “Sevgili dostum Şarık’a” yazıyor...
Bu yazı, işte bu çelengin arkasındaki büyük hikâyeyi anlatıyor.
*
Yıl 1988...
Bir yıl önce Türkiye ve Yunanistan Ege’de bir savaşın eşiğinde...
İki ülke kanlı bıçaklı... Savaş gemileri burun buruna...
İşte o sırada ne olduysa oluyor ve Türkiye ile Yunanistan bir sabah, bütün dünyayı hayretler içinde bırakan bir haberle uyanıyor.
*
31 Ocak 1988 günüdür...
Türkiye Başbakanı Turgut Özal ile Yunanistan’ın şahin başbakanı Andreas Papandreu İsviçre’nin Davos şehrinde el sıkışmış ve üstelik bir de ortak barış deklarasyonu yayınlamışlardır...
İki ülke tarihine Davos Ruhu olarak geçecek bu el sıkışma, Türklerle Yunanlar arasındaki ezeli bir düşmanlığın rotasını dostluğa çevireceği tarihi gündür.
Tarihe geçecek adı da daha o gün konmuştur:
“Davos Ruhu...”
*
Nasıl olmuştur bu imkânsız iş? Kim girmiştir araya, ne yapmıştır...
İşte Davos kasabasındaki bu tarihi anlaşmanın arkasında sessiz bir işinsanı vardır.
Dün toprağa verdiğimiz Şarık Abi...
Papandreu’nun iyi dostu...
Turgut Özal’ın çok iyi dostu...
Sadi Gülçelik’le birlikte ENKA isimli dünya devini kuran insan.
1988 yılındaki o gecenin hazırlanışında perdenin arkasındaki gerçek kahraman odur.
*
Dün Bebek Camisi’nin avlusuna konan bu çelenk işte o gecenin hikâyesindeki sondan bir önceki perdedir...
Çelengi gönderen kişi, Andreas Papandreu’nun oğlu Yorgo Papandreu’dur...
Yani İsmail Cem’le birlikte ‘Davos Ruhu’nu uygulamada gerçek bir barışa döndüren iki insandan biri...
*
Turgut Özal 13 Ekim 1927 günü doğmuştu.
Yani İzmir’in kurtuluşundan 5 yıl sonraydı.
Andreas Papandreu 5 Şubat 1919 günü doğmuştu..
Yani Yunanların Anadolu’yu işgal ettikleri yıldı...
*
9 Eylül 1922 günü Özal nesli için zaferdi.
Papandreu nesli için ise katastrofi, milli bir utanç, yani büyük felaket...
*
Turgut Özal 17 Nisan 1993 günü öldü.
Ondan 3 yıl sonra, 23 Haziran 1996 günü Papandreu da hayata veda etti...
*
30 Ocak 1988 gecesi Davos’ta ikisinin ne konuştuğu tam olarak bugüne kadar hiç bilinmedi.
*
Türkiye ile Yunanistan’ın kaderini değiştiren o gecenin en essiz tanığını da dün onların yanına uğurladık...
‘Davos Ruhu’ şimdi tam anlamını buldu...
ÖLÜM İLANINDAKİ EVLADI FATİHAN
“Evladı Fatihan’dan merhume Mahmure ve Fevzi Tara’nın oğlu...”
Şarık Tara’nın Hürriyet’e verdiği ölüm ilanı bu ifade ile başlıyor.
Evladı Fatihan, Balkanlar’da yaşayan Müslüman Türklere verilen genel isimdir.
Osmanlı’nın çok zulüm de görmüş sadık ve fedakâr insanlarıdır. Kurtuluş Savaşı’nda, Türk modernleşmesine büyük katkıları olmuştur.
Şarık Tara 1930’da Üsküp’te doğdu.
Hayatı boyunca hep Evladı Fatihan olmakla övünen bir vatan evladıydı...
Güle Güle Şarık Abicim...
Ben de hep bir Evladı Fatihan olmakla övündüm...
Senin insanlığınla, dünya çapındaki başarılarınla da gurur duydum...
CİNSEL TACİZE KARŞI OLMAK İÇİN İLLE HANIM HANIM MI GİYİNMELİ
DÜNYA magazin çevreleri Angelina Jolie’nin geçen perşembe günü Londra’da giydiği bu elbiseyi konuşuyor.
Saint Michel ve Saint Georges katedrallerinin 200’ncü yılı dolayısıyla düzenlenen ayine bu kıyafetle katılmış.
Tabii ki siz de hemen fark ettiniz Kate Middleton tarzı... 2014 yılında Kraliçe, cinsel tacizlere karşı verdiği mücadele dolayısıyla kendisine en yüksek payeyi vermişti.
Elbise için bir İngiliz tasarımcı olan Ralph and Russo’yu tercih etmiş. Tabii hâlâ zıpırlığını atamamış bir erkek olarak bu fotoğrafa bakarken onun Lara Croft hali de gözümün önüne geldi. Hangi halini tercih ederim, ben işin içinden çıkamadım.
Daha az risk alıp bu işi Serdar Turgut’a havale ediyorum.
MARANGOZUN KIZINI YILDIRIM ÇARPINCA BAKIN NELER OLDU
GEÇEN hafta ceviz kadar dolu yağması ve yıldırım düşme haberleri başlayınca Mary Anning’i hatırladım.
Onu da küçük yaşta evinin çevresinde dolaşırken yıldırım çarpmıştı.
Yanındaki iki arkadaşı ve bakıcısı ölmüş, o ise nasıl olduysa kurtulmuştu.
*
Anlatılanlara bakılırsa Mary Anning durgun ve uysal bir kız çocuğuydu. Ama yıldırım çarptıktan sonra huyu değişmiş, canlı ve zeki bir kız haline dönüşmüştü.
Babası kireçtaşlarından turistik eşya yaparak hayatını kazanan yoksul bir marangozdu.
*
Babası ölünce o işi kendisi yapmaya başladı. 1811 yılında kardeşi ile birlikte bir kayayı kazarken beliren tuhaf bir figürü
fark etti. Uzun bir çaba sonucunda 5 metre boyunda dünyanın ilk “İhtiyozor fosili”ni ortaya çıkardı. 12 yıl sonra Plesiosaurus, 5 yıl sonra da Pteroakis fosillerini çıkardı.
*
Ne yazık ki erkek egemen bir İngiltere’ydi...
Hiçbir zaman bir paleontolog olarak dönemin bilim insanları panteonuna giremedi.
*
Sadece 1965 yılında Darwin bir makalesinde ondan söz etti.
Kullandığı cümle de şuydu:
“Marangozun kızı kendine bir isim yaptı...”
(*) Rachel Swaby: “Dikbaşlılar: Bilim ve Dünyayı Değiştiren Kadınlar”, Koç Üniversitesi Yayınları, Mart 2018
İSMET’İN KÖPEĞİ 19’UNA KADAR YAŞAMIŞSA BİZ KAÇI BULURUZ
DÜN İsmet Berkan’ın “Gündem” adlı sitesinde okudum.
Golden retriever cinsi Merlin adlı köpekleri 19 yaşına basacakmış.
“Bu yaşa kadar yaşaması mucize” diyorlarmış.
İsmet soruyor: Merlin bu kadar yaşarsa biz ne kadar yaşarız
İsmet Berkan bugün 54 yaşındaymış ve TÜİK ortalamalarına göre önünde 24.2 yılı kalmış.
Tabii 71 yaşında biri olarak önümde kaç yıl kaldığı istatistiğine asla bakmadım.
Sadece her gün Pakize’ye bakıyorum...
Bizim Pakize de galiba o yaşa geldi. Gözleri görmüyor, kulakları işitmiyor, kalbi var, deri sorunları var...
Ama yemek söz konusu olunca maşallah 4 yaşında gibi...
*
Ona bakınca, ben de akşamüzeri viskime devam edebilirim diye umutlanıyorum.
EN ZOR 90, 105’İ GEÇEN ÖLÜMSÜZ OLABİLİR
İTALYA’daki Sapienza Üniversitesi ile Roma Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre:
- En zor yaşlar 90’larmış. 90’ları geçip 105’e gelirseniz, ölme oranı 50-50 oluyormuş ve ondan sonra yaşla birlikte artmıyormuş.
Bunun ne anlama geldiğini tam anlamadım ama şunu anladım:
- 105’i geçerseniz, 110’u geçme şansınız birdenbire artıyormuş.
- Bugün dünyada 100 yaşın üzerinde 500 bin kişi yaşıyormuş ve bu rakam her 10 yılda bir ikiye katlanıyormuş.
Paylaş