BÜYÜK Fransız medyasının özenle sakladığı dayak fotoğrafları karşısında ne hissettiniz?
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmasını yürekten isteyen bir insan olarak ne hissettiğinizi soruyorum.
Derin bir ‘riya’ duygusu sizin de içinizi kaplamadı mı?
Türkiye’de polis kadın dövüyor diye İstanbul Film Festivali’nin davetini reddeden Emmanuelle Beart’a, hemen o saniye birkaç kelam etme ihtiyacı duymadınız mı?
İçinizden şöyle bir şeyler gelmedi mi?
‘Arkadaş, polisse polis, tekmeyse tekme, kızsa kız, hepsi bu karede var. Bakalım şimdi ne yapacaksın? Ülkeni terk edecek misin?’
* * *
Benim geldi. Dilimin ucuna kadar geldi.
Yazı işleri masasındaki bütün arkadaşların da gelmiş olmalı ki, duygumuz bir anda manşet haline dönüştü.
O an başka şeyler de aklıma geldi.
Keşke şu fotoğraflar bir gün önce elimize geçseydi ve Dışişleri Bakanımız, Ortaklık Konseyi ile görüşmelerinde önüne İstanbul’daki polis dayağının fotoğrafları konduğu zaman, o da ‘Choc’ Dergisi’nin bu fotoğraflarını koyabilseydi.
Keşke, keşke bu manşeti bir gün önce verebilseydik.
* * *
Şimdi merakla bekliyorum.
Fransız basını bu fotoğrafları sakladı.
Bakalım, Avrupa’nın demokrasi meraklısı öteki medyası ne yapacak?
İstanbul’daki sahneyi manşetlerine çeken gazeteler, bu Paris kriterleri karşısında nasıl bir gazetecilik yapacaklar?
Hep birlikte göreceğiz.
Bakalım demokrasinin, insan haklarının kriterleri sadece Türkiye için mi geçerli, yoksa bütün Avrupa için mi?
Ama göreceksiniz, çıt çıkmayacak.
Çünkü artık Avrupa, Kopenhag’ı vesaireyi unuttu.
Şimdi geçerli olan Ankara kriterleri.
Avrupa’da kararmış bazı vicdanlar, Türkiye üzerinden temizleniyor.
Demokrasi yok diye Türkiye’ye gelmeyi reddeden aydın arkadaş, tatilini Dubai’de geçiriyor.
Neden?
Orada kadına daha mı iyi muamele ediliyor?
Demokrasi daha mı ileride?
İnsan haklarına daha fazla mı saygı gösteriliyor?
Maalesef bugünün Avrupa gerçeği bu.
Kendini kaybetmiş bir kıta, kimliğini Türkiye üzerinden aramaya çalışıyor.
Bana göre Avrupa’nın bütün tarihi boyunca düştüğü en acıklı tablo.
* * *
Önceki gün önümde başka bir fotoğraf daha vardı.
Bulgaristan ve Romanya, AB ile tam üyelik anlaşmasını imzalıyorlar.
Masanın üzerindeki defterlere bakıyorum.
Çok değil, bundan 15 yıl önce 300 bine yakın Türk, Bulgaristan’dan zorla göç ettirildi.
Acaba 20’nci yüzyılın bu son tehciri hakkında Avrupa’nın tek kelime itirazı var mıydı?
Hadi itirazı bıraktım, küçük bir hatırlatma?
Yok.
Hayatlarını çat kapı Diyarbakır haline getiren o insan hakları sorgucularının aklına bir gün dahi olsun Bursa’ya gidip oradaki insanlara fikrini sormak gelmiş miydi?
Nerde...
Bir yerde insan hakkı olması için ya Ermeni, ya Kürt, ya da Rum kelimelerinin bulunması gerekir.
* * *
Öyle görülüyor ki, bir kere daha Avrupa’nın imdadına yetişiyoruz.
Avrupa Birliği’ne giriş ücretimiz bu olacak.
Onların kaybettikleri kimliklerini bulmalarına yardımcı olmak.
Kararan vicdanlarını temizlemek.
Ve bu kıtasal riyaya, bu küresel egoizme tahammül etmek.
Ne yapalım, 600 yıllık bir tarihin ve Türk olmanın önümüze koyduğu fatura bu.