Kayınbiraderi de ‘şerefsizmiş’...

YUSUF Hayaloğlu, Ahmet Kaya’nın eşinin kardeşi.

Haberin Devamı

Meğer o da “Şerefsizin tekiymiş...”
Kendi ağzından yazıyorum siz de dinleyin:


* * *


“Bu Ahmet çok meraklıydı, acayip eli uzundu.
Odama girer masamı, çekmecelerimi karıştırırdı. Herkes gibi ben de gençliğimde üç-beş satır yazmışım. Kenara attığım o müsvedde şiirleri bulmuş... Oturmuş besteliyor.
‘Lan bu ne’ dedim, baktım ki yapıyor adam...
Sonra bir gün atölyeden çıktım eve gideceğim, ev de biraz uzak.
Taksici koymuş, o gün çıkmış meğer kaset.
Bir parça bitiyor, bi daha sarıyor, bi daha sarıyor.
Ben arkada heyecandan ölüyorum. Mutluyum böyle nasıl, kendimden geçmiş vaziyetteyim.
Taksici o zaman uyandı, ‘Abi kusura bakma kafanı şişirdim’, yok dedim estağfurullah rahat ol çal’.
‘Yav’ dedi, ‘Şerefsiz amma yazmış...’
Sonra dedi, ‘Öyle değil mi ağabey...’
Dedim evet...
Bilmiyor ki o şerefsiz arkada oturuyor.”


* * *

Haberin Devamı


Evet, Ahmet Kaya’nın kayınbiraderi “şerefsizlik” hikâyesini böyle anlatıyor.
Tabii taksici onu mu kastediyor, yoksa şarkıyı söyleyen Ahmet Kaya’yı mı onu anlamadım.
Taksicinin çaldığı parçayı merak etmişsinizdir.
“Hani benim gençliğim nerede” çalıyormuş.
Benim liste başım hep “Kum gibi” dir.
Hemen arkasına yazacağım birkaç şarkıdan biri de bu.


* * *


Sakın ola ki, bu yazıyı bir zamanlar attığım “Vay şerefsiz” manşetine bahane uydurmak için yazdığımı düşünmeyin.
O konuda hissiyatımı bütün samimiyetimle defalarca anlattım.
Bugün olsa o haberi yine verir ama başlığını “Olmadı be iki gözüm” koyardım.
Yukardaki hikâyeyi “Kafa” dergisinin kasım sayısında okudum.
Harika bir Ahmet Kaya portresi...
Samimi, sıcak, damardan...
Çok da harbi bir üslupla yazılmış.
Hepinize tavsiye ederim.


Ben Saray’a sordum, cevap komşudan geldi

ÖNCE Akif’e küçük teşekkürler.
Ben yanlışlıkla Hindistan’dan gelirken diye yazmıştım, meğer A330’daki sohbet Türkmenistan dönüşü yapılmış.
İkinci teşekkür: Cumhurbaşkanı’nın 12 yıl kirada oturduğu evle ilgili çok ilginç bilgiler verdi, onun için.
O da aynı apartmanda oturuyormuş. Yani şimdiki köşe komşum, Başbakan’ın kapı komşusuymuş.
Ancak bir fark var. O ev sahibiymiş. Temelden girmiş. Şu Cumhuriyet’in güzelliğine bakar mısınız. Başbakan kiracı, o günlerdeki sözcüsü ev sahibi...
Yazıda Akif Beki’nin adı hiç geçmiyordu ama nedense o cevap verme ihtiyacı duydu.
Madem bu işi o yüklendi, ben de bu defa ona sorayım.
BİR: Cumhurbaşkanı’nın 12 yıl boyunca kirada oturduğu evin kirası nedir? Sahibi kimdir? Ne iş yapar...
İKİ: Cumhurbaşkanı olduktan sonra neden iki oda bir bakla bir apartman dairesinden, 1000 odalı bir saraya geçme ihtiyacı duydu...
Yani “Başbakanken kirada oturmak şerefli bir iştir, ama Cumhurbaşkanlığı bunu kaldırmaz” gibi yeni bir “ikamet içtihadı” mı yaratılıyor...
Ama bu defa da cevap Cumhurbaşkanı’ndan gelmesin lütfen...

Haberin Devamı

Fehmi Ağabey olsam anında bu kitabın üzerine atlamıştım


GÜNLERDİR şu mendebur sorunun cevabını bulamıyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi güçlü bir karakter, nasıl olur da dünyanın en büyük 20 devletinin icra başkanlarının çektireceği o aile fotoğrafındaki yeri, kendi tayin ettiği Başbakan’a bırakır...
“Başbakan bastırdı aldı” demek istiyorum, olmuyor.
Öyleyse ne oldu...
Dün aklıma, geçen mayıs ayında Türkçesi yayınlanan bir kitap geldi.
Ian Bremmer’in çok tartışılan kitabının adı şu:
“G-Sıfır...”
Kitabın daha ilk sayfasında şöyle bir cümle var:
“G-20 artık işlevsiz bir kurumdur. Çözdüğü sorunlar kadar yenilerini yaratma eğilimindedir...”
Haydi buyurun...
Obama’dan Putin’e kadar herkes Avustralya’nın Brisbane şehrinde.
Ama geride böyle bir durum var.
Bremmer’e gore dünyanın durumu şöyle:
-Amerika, Rusya, Avrupa Birliği gibi ülkeler küresel liderlik özelliklerini kaybetti.
-Dünyada “Geri kalanların yükselişi” dönemi başladı.
Bu grupta adı en çok geçen 5 ülke arasında Türkiye de var.
-Geleceği belirleyecek asıl soru şu: Türkiye, Brezilya, Çin, Hindistan, Meksika gibi ülkeler, küresel liderlerin boşalttığı dünyada yeni bir düzenin kurulmasına katkıda bulunabilecek mi?
-Cevap şu:
“Bu ülkelerin hükümetleri kendi evlerinde muazzam sınavlar vermenin eşiğindeler. Hepsi yükselmeye devam etmeyecek ve yükselenlerin dayanıklılıklarını ispatlamaları gerekecek.”
Vallahi Fehmi Ağabey olsam, hemen bu kitabın üzerine atlayıp komplo teorimi kurmuştum:
“Cumhurbaşkanı bu kitabı okudu ve oranın G-Sıfır olduğunu anladı. Memlekette de çözülecek muazzam demokrasi sorunları, kutuplaşma meseleleri var. Bunları çözüp büyük devlet olmak için burada kaldı...”
Ne dersiniz oldu mu...

Haberin Devamı

Nazan Öncel diyor ki: ‘Gitme kal bu şehirde’


NAZAN Öncel
sessizliği, yalnızlığı seven harika bir sanatçı.
Ot dergisinde yayınlanan mülakatını görünce su içer gibi okudum.
Diyor ki:
“Memleketin durumunu görmemek için kör ve sağır olmanız gerekir.
Son zamanlarda olup biten her şeyi üst üste koyup bir düşünün. Şaka gibi bir hal... Kötü bir şaka...”
Ne yapacağız öyleyse... Onun cevabı da benimki gibi:
“Her şeye rağmen bu topraklar için ümidimizi asla yitirmememiz gerektiğini düşünüyorum.
Edip Cansever, ‘Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir’ demiş ya; günün birinde toplum olarak samimi bir biçimde gülümseyeceğimiz yarınların varlığına inanıyorum...”

Teşekkürler İsmet Berkan, iyi ki varsın

Haberin Devamı

DÜNKÜ köşesinde manşet olacak harika bir yazı vardı.
Avrupa Uzay Ajansı, Güneş’in de ötesinde bulunan bir kuyrukluyıldıza gözlem aracını indirmeyi başardı.
Düşünebiliyor musunuz şimdi Güneş’in ötesine geçildi.
Eğer bu araç iyi çalışabilirse, kainatın doğuşu ile ilgili “büyük patlama” hakkında bilgiler elde edeceğiz.
Dünya’daki suyun kuyrukluyıldızdan gelip gelmediğini keşfedeceğiz.
Teşekkürler İsmet... Dün en ilgimi çeken yazı seninkiydi...

Bir siyasetçi böyle harika bir aşk şiiri yazabilir mi


CAN Dündar, Kafa dergisinin son sayısında Bülent Ecevit’in harika bir aşk dizesini yeniden yazdı.
“İkinci yüzüm! Sen gül biraz, ben ağlayacağım,
Havadan sudan konuş kaygısız,
Ben deli gibi âşık olacağım...”
Durmadan kavga şiiri okuyan siyasetçi ile, durmadan aşk şiiri yazan siyasetçi arasında bir fark var...
Çok iyi geldi bu şiir bana...

Haberin Devamı

Dünyanın en güzel arabeski

İZDİHAM dergisinin son sayısından güzel bazı dizeler:

* * *

-“Bağışıklığım zayıfladığı an nükseden bir hastalık gibisin...”
Ferda Kızıltan, ‘Serotonin’


* * *


-“O gece tanrı öyle sever ki bizi
Belki de bir daha
Hiç sabah olmaz”
Ali Lidar, ‘Bir gece ihtimali’


* * *


-“Ben neresiyim buraların
buralar kim”
Bülent Parlak, ‘Bir halkı asarken’


Ölmeden önce söylemek istediğim son cümle nedir

İZDİHAM dergisi bu soruyu Ali Saran’a sormuş.
Cevabı şu:
“Yağmur yağıyor, çamaşırları toplayın gibi bir şey söyleyebilirim.”
Dibe indiğimiz günlerde, yaşasın absürd...
Benim son sözüm de şu olabilirdi:
“Gelecek hafta yağmur yağacak. Sarayın pencerelerini kapatın. Erkenden uyarıyorum. Epey vakit alır...”

Yazarın Tüm Yazıları