Paylaş
“Kaybetmediğimiz bir savaşın mağlubu durumuna düşürülmemeliyiz...”
Bir kere daha altını çizerek söylüyorum:
“Bizler, kaybetmediğimiz bir savaşın mağlubu durumuna düşürülmemeliyiz...”
Neden böyle bir şeyi söyleme ihtiyacı duyuyoruz.
Çünkü bazı çevreler PKK silahlı mücadeleyi kazanmış gibi bir hava estiriyor.
O çevreler, Türk devletinin ve ordusunun 30 yıllık savaşı kaybettiği havasındalar.
PKK’nın masaya avantajlı oturduğu imajını yayıyorlar.
Hayır arkadaş.
Kimse, bu ülkenin ordusunun bugün Silivri’de düşürüldüğü duruma bakıp, o kahramanların bu savaşı kaybettiğini sanmasın.
Dağdaki sanmasın, ovadaki de afra tafra atmasın.
Türk ordusu kaybetmedi, PKK da kazanmadı.
Bu savaşı, silahlar değil, “zamanın ruhu” bitiriyor.
Eğer samimi olarak diyorsanız ki...
“Bunun kaybedeni yok, kazananı olacak...”
O zaman “Kürt” kelimesi göndere çekilirken, “Türk” kelimesi indirilmeyecek.
Başbakan’ın dediği gibi, “tek millet” olacaksa, “tek millet” olacaksak, bunun adı “Türk milleti” olacak.
Bu coğrafyanın tarihindeki bütün pislikler, “Türk” kelimesinin altına süpürülmeyecek.
“Kürt” kelimesini her ağzına alan “barış güvercini” rütbesine terfi ederken, “Türk” kelimesini her ağzına alan ise faşist, ırkçı, kafatasçı seviyesine indirgenmeyecek.
Evet 30 yıl süren kötü bir savaştı.
Hepimizi yoran, ocakları söndüren bir savaştı.
Hepimizi bıktıran bir savaştı.
Ama bu savaşı Türk devleti ve ordusu kaybetmedi.
PKK da kazanmadı.
O nedenle barış sürecini teslim anlaşmasına çevirmemek gerekir.
Diyeceksiniz ki, “Biz” dediğiniz o insanlar kimlerdir?
Otuz yıl boyunca silahlı bir mücadele sırasında “Siz” diye ötekilenen, “TeCe” diye aşağılanan devletin vatandaşlarıyız.
Akil insanlara not verirsem 10 numara Fuat Keyman’a
AKİL İnsanlar’la ilgili haberleri dikkatle okuyorum.
Büyük çoğunluğu gerçekten samimi duygularla çalışıyor.
Önemli işler yapıyor.
Bazılarına içimden 10 puan veriyorum.
Mesela Fuat Keyman...
Bence tam akil bir insan olarak çalışıyor ve yazıyor.
Kimseyle kavga etmiyor, anlamaya çalışıyor. Bazen ikna ediyor, bazen kendi ikna oluyor.
Ve yaşadıklarını da çok yumuşak bir dille aktarıyor
FUAT KEYMAN’IN
DENİZLİ RAPORU
Dün Milliyet gazetesindeki yazısında Denizli ve İzmir’le ilgili gözlemlerini şöyle anlatıyor:
“Türk kimliği, yeni anayasa, bölünmeyle ilgili endişeler var.
Sanki, yeni anayasada giriş paragrafında, kapsayıcı, farklılıklara saygılı, insan haklarını koruyan ve haklar ve özgürlükler temelinde tanımlanmış ‘Türk milleti’ konursa ve vatandaşlık maddesi de, eşit vatandaşlık temelinde tanımlanmış ‘Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı’ olarak yazılırsa, Denizli’de, barış sürecine katkı artacak gibi...”
Tahmin ediyorum, Keyman bu cümlelerinin Ege grubu raporuna girmesini isteyecektir. Altına ben de imzamı atarım.
NİHAL BENGİSU’NUN
HATAY RAPORU
10 puan verdiğim bir başka isim Akdeniz grubunda görev alan Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca. O da dünkü yazısında görüştükleri bazı insanların taleplerini şöyle sıralıyor:
“Vatanın ve milletin bölünmediği, bayrağın değişmediği, Anayasa’dan ‘Türk milleti’ ifadesinin çıkarılmadığı bir barış istiyoruz.
Şeffaflık istiyoruz, hükümetin yol haritasını daha açık biçimde paylaşmasını istiyoruz.
Sürecin arkasında genel af var mıdır.
Bu iş federasyona kadar gidecek midir.
Başkanlık sistemi barış sürecinin bir parçası ya da önkoşulu mudur.”
Fuat Keyman, Nihal Bengisu Karaca ve öteki bazı akil insanların izlenimlerini okudukça, yazacakları rapor da kafamda şekilleniyor. O raporu gördükçe de, akil insanların yaptığı işe inancım artıyor.
Başbakan’ın danışmanı bugünün medyası hakkında ne diyor
Geçen pazartesi akşamı Habertürk televizyonunda Balçiçek Pamir’in programını izliyorum. Konuğu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eski basın danışmanı Ahmet Tezcan.
“Kafirun” adlı romanını konuşuyorlar. Romanı henüz okumadım ama hakkında güvendiğim bazı insanlardan olumlu yorumlar dinledim. Programın başında Balçiçek Pamir, “Bugünkü medya hakkında ne düşünüyorsunuz” diye sordu. Tezcan şunu söyledi:
“Hayatım boyunca, askeri darbe dönemleri dahil gördüğüm en pespaye medya...”
Arkasından ekledi:
“Yandaş, candaş ayrımı da yapmıyorum. Hepsi böyle...”
Bu dönemin medya yöneticileri hakkında ise şu yorumu yaptı:
“Onlar geçmişte, o dönemin yöneticilerini eleştirirlerdi. Ama şimdi aynısını yapıyorlar. Demek ki, onlar gibi olmak istiyorlarmış. Amaçları onların yerine geçmekmiş”.
Bu sözleri ağır ve insafsız buldum. Bu dönemde gazetecilik yapmak kolay bir şey değil. Onları değerlendirirken, “zamanın ruhsuzluğunu” da dikkate almak gerekir.
Karar veremedim, bu gammaz çocuk hali ona yakışıyor mu, yakışmıyor mu
TUHAF bir şey. Mehmet Barlas bana ne yapsa ona kızamıyorum. Kalitesinden dolayı kızamıyorum. Belki de şuuraltımda, bir zamanlar Emin Çölaşan’ın ona yaptıklarına izin vermemden dolayı oluşmuş bir kalker tabakası var. O da beni rahatsız ediyor.
Neyse oto-Freudyen analizleri bir kenara bırakıp, bugünkü duygumu aktarayım.
Barlas iki gündür yazdığım yazılardan dolayı beni Aydın Bey’e şikâyet ediyor. Söylediği de günün modası tipik suçlama:
“Barışı torpilliyorsun...”
Eleştirdiğim tek yanı işte bu.
Bir yazar kendisini eleştirdiği zaman hemen onu patrona şikâyet ediyor. Ama o kadar sempatik ki, karar veremiyorum.
Bu gammaz çocuk hali ona yakışıyor mu, yoksa yakışmıyor mu?
Hissiyatıma gelince, beni patrona gammazlasa da ona kızamıyorum.
Ne de olsa, kaliteli bir yazar.
Paylaş